google.com, pub-7066923862761279, DIRECT, f08c47fec0942fa0 antik mısır medeniyeti ve gizemleri

antik mısır medeniyeti ve gizemleri

osiris kültü, tufan, tanrı ra, antik mısır sırları, piramitlerin gizemi, atlantis, mısır kehanetleri...

GİZEMLİ DERİNLİKLER - 1

1 yorum :
Burada, İngiltere'nin bu bölgesinde antik dünyanın en ünlü anıtıyla geometrik bir bağlantı bulunması mümkün müydü?

Bir dairenin kesin geometrik özellikleri vardır. Çapının ya da yarıçapının uzunluğunu bildiğinizde çevresini ve alanını hesaplayabilirsiniz. Bu kural, Megalitik Metre olarak bilinen uzaklık tespit edildiğinde Marlborough Downs için de geçerliydi ve bu da araştırmamın en verimli noktasıydı.

New Jersey'deki William Paterson Kolej i'nde Antik Tarih profesörü olan Livio Stecchini, Peter Tompkins'in The Secret of the Great Pyramid (Büyük Piramidin Sırrı) adlı kitabının ek bölümünde, Mısırlılar'ın Dünya'nın ölçülerini bildiklerine ve kendi ölçü birimlerini ona göre ayarladıklarına dair güçlü kanıtlar sunmuştur. Yaptığı araştırmalara göre, Mısırlılar yaşadıkları bölgenin enlemine dayanarak uzunluk ölçüleri belirlemişlerdir.

Bu oldukça şaşırtıcı bir yaklaşımdır ama aslında metrik sistemden de pek farklı değildir. Temelde Fransızlar da Kutup'dan Ekvator'a uzanarak Paris'den geçen meridyenin uzunluğunun onmiiyonda birini metre olarak belirlemişlerdir. Stecchini'nin araştırmaları öncelikle antik Mısır'da, Babil'de ve klasik Yunan ve Roma dünyasında kullanıldığı bilinen ölçü birimlerine dayanmaktaydı. Profesör Stecchini'nın antik ve klasik çağlarda insanların gezegenimizin ölçülerini bildiklerine ve kendi ölçü birimlerini buna dayandırdıklarına dair teorisi beni meraklandırdı. Marlborough Downs'ın Dünya'nın ölçüleriyle bağlantılı olduğunu kanıtlayabilirsem, aynı zamanda başka kültürlerle de bağlantısının ortaya çıkacağına inandım. Çünkü bir dairenin oluşumu, elbette ki istatistiki şans olmaktan öte bilinçli bir yaratım olacaktır. Bu, daireyi yapan kişilerin belli bir matematik bilgisine sahip olduklarını kanıtlayacak, böylece yeryüzünde bu tür kalıplar yaratmak için gereken gözlem becerilerinin varolduğu olasılığı da artacaktı.

Stecchini'nin araştırmaları, birçok antik ölçü biriminin enlemler arasındaki uzaklığı temel aldığını ortaya koymuştu. Yıllar boyunca süren gözlemlerle gölge boyları ve güneşin hareketi incelenerek hesaplanabilirdi. Ancak unuttuğum ya da başlangıçta gözümden kaçan şey, Dünya'nın Ekvator bölgesinde yuvarlak ama Kutup bölgelerinde düz olduğuydu.

Bu noktayı atlayarak önce Dünya'nın ekvator çizgisinin uzunluğuyla Marlborough dairesinin çevresi arasında herhangi bir bağlantı olup olmadığına bakmak istedim. Ve atladığım noktanın sonucunda ilginç bir durum ortaya çıktı. Ekvator çizgisinin uzunluğu hakkında farklı görüşler bildiren çok sayıda uzman vardır ama bunlar birbirlerinden sadece birkaç yüz metre farklıdır. Örneğin The World Almanac bu uzunluğu 40,074.06 kilometre olarak verir ve diğer uzunlukların ortalaması olduğu söylenebilir. Ben de bu uzunluğu temel aldım.

Marlborough dairesinin hesaplanmış çevresi 60.243 km.dir ve Ekvator çizgisinin uzunluğunu bu rakama böldüğünüzde (40,074.06 / 60.243 = 665.21) yaklaşık 665 sayısı çıkmaktadır.

International Union of Geodesy and Geophysics (Uluslararası Jeodezi ve Jeofizik Birliği)'in yaptığı son uydu incelemelerine göre, Dünya'nın çapı (belki l metrelik küçük bir sapmayla) 6,378,136 metredir. Bunu ele alıp Marlborough dairesinin çapına böldüğümüzde ise (6,378,136 / 9588 = 665.22) yine yaklaşık 665 çıkmakta ve bu da bulgumuzu doğrulamaktadır.

İlk bakışta bu sayı bana pek ilginç gelmedi; ancak Book of Revelation (Vahiy Kitabı) adlı kitapta gizemli 666 rakamını gördüğümde fikrim değişti. Belki çok uzak bir tahmindi ama 666'nın kasıtlı bir oran olduğunu düşündüm. Ancak bunun dairenin boyutları üzerinde nasıl bir etkisi vardı?

Hızlı bir hesaplamayla 9,588'den 11 metre aşağı kayarak 9,576.78 metrelik uzunluğu bulduğumda durum biraz anlam kazanmaya başladı. Bu kendime tanıdığım on metrelik hata payına yakındı ve hâlâ dairenin içinde kalıyordu. Ama bu kasıtlı bir durum muydu, yoksa yine tesadüf müydü? Ayrıca, 666 sayısında bu kadar özel olan neydi?

666 Sayısı

Book of Revelation şöyle der:

İşte bilgelik. Bırak anlayanlar canavarın sayışım hesaplasınlar: İnsan için sayısı; onun sayısı altıyüz, üç yirmi ve altıdır. (13:18)

Birçok kimse "canavar"ı Hıristiyan karşıtı kişi olarak düşünür ve 666'nın da Şeytan'ın sayısı olduğunu kabul eder. Ama Book of Revelation daha birçok gizemli sayıyla doludur. Örneğin; New Jerusalem'in ölçülerinden şöyle bahseder: Ve o benimle konuşanın elinde şehri ölçmek için altın bir asa vardı ve oradaki kapıları, buradaki duvarları. Şehir dörtköşedir ve eni boyu kadardır; ve şehri asasıyla ölçtüğünde onikibin furlong olduğunu buldu. Eni ve boyu ve yüksekliği eşitti. (21:15-16)

Onikibin furlong boyutlarında bir şehrin inanılmaz derecede devasa bir yer olması gerekir, çünkü bu durumda göğe yükselen kısmı yaklaşık 2,400 km. olacaktır; bu da oldukça bilim-kurgusal bir yaklaşım olur. St. John, gezegenimizin olası teknolojik geleceğine bir bakış atmış olabilir ama bu sözlerin gerçek anlamdan çok mecazi olması daha muhtemeldir. İncil'de sık sık karşılaşılan sayı sembolizmi, Musevi inancında çok önemlidir. Gerçekten, benim de keşfettiğim gibi, 666 sayısından sadece Book of Revelation'da değil, Book of Kings (Kralların Kitabı)'de de bahsedilmektedir: Solomon'a (Kral Süleyman) her yıl gelen altın, altıyüz, üç yirmi ve altı talentdi.

Solomon adı İbranice barış anlamına gelen shaloın kelimesinden türemiştir ama Kral James versiyonunda simya terimleriyle sol (Güneş) ve omon (Ay) olarak karşılık bulmaktadır.

Orta Çağ'da ortaya çıktığı haliyle simyanın kökleri, antik Mısır'ın izoterik bilgilerinden kaynaklanmakta olan keşiş bilimidir. Mısırlılar için bu bilimin adı Kemet idi ve günümüzde bundan kimya (chemistry) ve simya (alchemy) sözcükleri türemiştir. Kabala'da görülen izoterik Musevi geleneğinde de bazı simya kavramlarının Mısır inançlarından kaynaklandığı belirtilmektedir.

Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinde, güçlü inanç taşıyan ve kendini adamış olan kişiler tarafından sır olarak tutulan bazı kavramlar olduğu bilinmektedir. Bu gizli sistemler, felsefik kavramları ifade etmek için genellikle sayılar kullanılır. Yine bu da antik Mısır'dan kaynaklanan bir fikirdir. A.T. Mann, bu sistemin nasıl işlediğini Sacred Architectııre (Kutsal Mimari) adlı kitabında şöyle açıklamaktadır: Sembolik matematik antik gizem okullarının temeliydi ve insanların inançlarını, yaşamlarını düzenleyen prensipleri belirlerdi. Her tanrının doğası ve sembolik gezegeni sayıyla temsil edilirken, geometri biliminde her harfin sayısal bir karşılığı vardı. Sistem ibrani ve Yunan alfabelerinde benimsenmişti...

Geometri kullanırken, tapınakların ve anıtların boyutlar, şiirlerin ölçüleri, müzikal yazımlar ve diğer konular tanrılarla ve güçleriyle ilgili olmalıydı. Herhangi bir kelimenin veya adın şifresini çözerek daha derin, sembolik niteliklerini anlamak mümkündür. Eflatuncular, Hermesçiler,Resicrucian'lar, Hıristiyan Gnostikleri, simyacılar, masonlar, tapınak şövalyeleri ve diğer birçokları bu gizli kutsal dili kullanmışlardır. Simyada, Ay ve Güneş sürekli bir uyum içinde olan dişi ve erkek elementler olarak ele alınır. Thomas Vaughan, 1650'lerde yazdığı yazılarda şöyleanlatmaktadır: Güneş ve Ay, biri aktif, diğeri pasif, bu Erkek, o Dişi olan iki Büyüsel Prensip'dir. Onlar hareket ettikçe. Yozlaşma ve Kuşak da hareket eder: Eşit olarak çözülür ve birleşirler. Simyada altın, saflaşmış ruhu simgeler ve geleneksel olarak Güneş'le bağlantılıdır. Güneş'in bir dönümü ise bir yıl demektir. Bu yüzden İncil'de 666 sayısıyla Güneş arasında bir bağlantı bulunduğuna dair Kings kitabından bir alıntı vardır. Ayrıca, 666 sayısından Ezra'da da bahsedilmektedir ve Babil'den Judah'a dönen insanları simgelemektedir:

Adonikam'ın çocukları altıyüz, altmış ve altı tanedir. (2:3)Adonikam kelimesinin anlamı şudur: "Tanrı'nın övgüsüne layık."
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ DERİNLİKLER - 2

Hiç yorum yok :
666 sayısının İncil'deki anlamlarının yüzeysel olarak kastedilenlerden başka bir anlamı olmaması da mümkündür. Ancak St. John, 666 sayısını sayı sembolizmini alegorik olarak kullanan Musevi mistisizmine bağlamaktadır. Muhtemelen aynı geleneği izleyen kişilere yönelik bazı mesajlar vermeye çalışıyordu ama günümüzde artık bu mesajlar belirsizdir. Yine bir tesadüf olarak, eski Roma rakamları da büyükten küçüğe dizildiklerinde toplamı 666 sayısını vermektedir:

D = 500
C= 100
L= 50
X= 10
V= 5
1= l
666

Bu yüzden canavarın sayısı olarak kabul edilen 666'nın Hz.İsa'nın çarmıha gerilmesini sağlayan Roma otoritelerini temsil ediyor olma olasılığı da yüksektir. Hıristiyanlık dininin İngiltere Adaları'nda yayılmaya başladığı yıllarda 666 sayısı M.S. 946 yılında St. Dunstan tarafından yaptırılan ünlü Glastonbury Manastırı'nda da yer almaktadır. Bu, ilk olarak Bligh Bond'un 1920'deki araştırmasında ortaya çıkmıştır.

Manastırın bir kenarı 74 fit olan dokuza dört karelerden oluşan bir dikdörtgen alan üzerine kurulu olduğunu görmüştür. 74 fit, 888 inch demektir. Yer planı ise 666 fit x 296 fit boyutlarındadır. Manastırın mimarlarının bu sayıyı tasarımlarında yer verecek kadar önemli gördükleri ve St. John'ın "canavar" atıfını dikkate almadıkları bellidir.

Sihirli Kareler

666 sayısı başka bir bağlamda daha ortaya çıkmaktadır; sihirli kareler denen bir sayı sembolizmiyle. Onbeşinci yüzyılda İtalya yoluyla Avrupa'ya girmiş olan sihirli kareler, başlangıçta sadece matematikçilerin ilgisini çekmişti. Ama her şeyde sembolik ipuçları arayan Orta Çağ simyacıları, sihirli karelere tılsım gözüyle yaklaşarak bazı büyülü anlamlar yüklemişlerdir.

Sihirli kareler, birden başlayarak birbirini izleyen sayıların bir kare üzerine, her yönden toplandığında aynı sayıyı verecek şekilde dizilmesinden oluşur. Şimdiye dek prensip olarak yedi sihirli kare bulunmuştur. Bunların her biri, o zamanlar bilinen yedi gök cismiyle bağdaştmlmıştır; Güneş, Ay, Merkür, Mars, Venüs, Jüpiter ve Satürn. En basit sihirli kare, 1'den 9'a kadar sayıların aşağıdaki gibi diziliminden oluşur:




Bu karede, sayılar her yönden toplandığında 15'i vermektedir. Simyacılara göre, kutsal gezegen Satürn ile ilgilidir.



Güneş'in Sihirli Karesi

Güneş'in sihirli karesi, 1'den 36'ya kadar sayıların
aşağıdaki gibi diziliminden oluşmuştur:
Toplam sayı adedi = 36
Her yönden toplam = 111
Bütün sayıların toplamı = 370
Güneş'in sihirli karesi, sayılar her yönden toplandığında 666'yı veren ilginç bir karedir. Buna bakıldığında, sayının Güneş'le bir bağlantısı olduğu yine ortaya çıkmaktadır -daha önce Kings aktarımında bahsettiğimiz gibi- ve bu da geçmişten gelen bazı anlayışları karşımıza çıkarmaktadır.


Sembolik bağlantıların antik insanlar için çok önemli olduğu şüphesizdir. Ancak, sayı sembolizmlerinin ardında gerçekçi bir düşünce tarzının olma ihtimali muhtemeldir. Bunun ne olacağını bilemeyiz ama tahmin edebiliriz.

666 konusundaki araştırmamıza devam ederken, sayının kendisine biraz daha yakından bakalım. 666'nın çarpanları şöyledir: 2 x 3 x 337 ya da 18 x 37. 37 sayısı, katlarının birçoğu tekrar rakamlar veren ilginç bir sayıdır. Şöyle ki;

1x37 = 37
2x37 = 74
3x37 = 111
6x37 = 222
9x37 = 333
10x37 = 370
12x37 = 444
15x37 = 555
18x37 = 666
21x37 = 777
24x37 = 888

37 sayısının insan ruhunda da önemli bir yeri olduğu psikolojik deneylerle gösterilmiştir. 11 ile 50 arasında iki rakamı aynı olmayan -22, 33 ve 44- sayılar dışında bir sayı tutmaları istendiğinde, insanlar istatistiki bir genellemeyle 37 sayısını seçmişlerdir. Bunun nedeni bilinmemektedir ama sonuçta bir gerçektir.

111 ve 370 sayıları Güneş'in sihirli karesinde önemli bir yer tutmaktadır ve aynı şekilde 18 (18 x 37 = 666) sayısı da dikkate değerdir, çünkü 6 + 6 + 6 olarak bu gizemli sayının toplamıdır.

666 ile ilgili yaptığım araştırma çok ilginçti ama kesin bir sonuca ulaşmadı. Ancak antik ölçü birimleri Dünya'nın boyutlarıyla ilgiliyse ve 666 sayısı bir tür antik değer taşıyorsa, hesaplamalarıma devam etmem doğru bir davranış olacaktı; bunun sonucunda da dairenin çevresinin tam olarak Dünya'nın ekvator çizgisinin 1/666 oranında küçük hali olduğunu gördüm. Bunun anlamı, haritadaki yarıçaptan 11 metre inerek 9,576.78 metrelik uzunluğu bulduğumda dairenin çapının 60,171.27 metre (yani 37.3897 mil) olduğuydu. Bunlar, kitabı doldurmak için yazılmış gibi görünse de, bu kararımı destekleyecek kanıtlar buldum.

Ama onlardan bahsetmeden önce, beni tamamen yeni bir yola sokan başka bir keşfimden sözetmek istiyorum. Marlborough Donws'da bir dairenin dışında, ikinci bir özdeş daire buldum. Bu keşif beni antik dünyanın en eski gizemlerinden birine doğru yolculuğa çıkardı. Marlborough Downs'ın açığa çıkarılması gereken çok sayıda sırrı olduğu kesindi.

İkinci Bir Daire?

Marlborough Downs'daki ilk dairesel kalıbı, aydınger kağıt üzerine çizdiğim bir daireyi haritanın üzerine koyarak bulmuştum. Birini bulduğum için başkaları olabileceğinden de kuşkulandım ama bunun Avebury bölgesinde olacağından şüpheliydim. İlk daire tek bir harita üzerinde göründüğü için şanslıydım. Birbirine eklenmesi gereken iki, üç ya da dört harita üzerinde bunu yapmak zorunda kaldığımı düşünsenize; tespit etmek -imkansız değilse de- çok zor olurdu. Bu yüzden daha fazlasını aramayı bir kenara bıraktım.

Ama sağduyum ilk kez işime yaradı ve aynı bölgede başka daire olup olmadığına bakmak için bir şey beni zorladı. Bir süre sonra bu içsel sesi dinlemeye karar verdim. İlk dairenin aydınger katını kaldırdım ve başka olup olmadığını görmek için kalıbı harita üzerinde dolaştırmaya başladım.
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ DERİNLİKLER - 3

Hiç yorum yok :
O sırada eski l mile l incil bir haritayla çalışıyordum ve bu haritalar 1:50.000 ölçekli haritalardan daha geniş bir alanı gösterirler. Bu tamamen tesadüftü. Başlangıçta ilkiyle iç içe geçmiş bir daire arıyordum, bu yüzden ilk dairenin çevre çizgisini ikinci dairenin merkezi olarak düşünüp, bu şekilde aydıngeri kaydırıyordum. Ama uyan bir şeye raslayamadım. Hüsrana uğrayarak neredeyse vazgeçmiş bir şekilde arkama yaslandım ve ikinci bir daire bulmamın olanaksız olacağına inanmaya başladım. Yine de bir şey beni devam etmeye zorluyordu. Bu kez birinci daireden tamamen bağımsız bir şekilde çevre çizgisini ve merkez noktasını tamamen ilgisiz yerlerde belirleyerek aydıngeri yine kaydırmaya devam ettim. Ve birden, kameranın görüntüsünün odaklanması gibi şekil belirdi. Neredeyse ilkinin üzerine binecek kadar yakın bir ikinci daire, hayretle açılmış gözlerimin önünde ortaya çıktı. Biraz daha batıda kalan bu daire, orijinal keşfimden birkaç eksik olmak üzere 14 tane olası yapıdan geçiyordu. Merkezi, ilk dairenin alanına düşüyordu ve yaklaşık 242 derece batıda kalıyordu. Daha sonraki yıllarda 1:50.000 ölçekli haritalara geçildiğinde, bu daireler iki ayrı haritaya düşeceği için bulunamayabilirdi. İki modern haritayla çalışsaydım bu keşfi gerçekleştiremeyeceğim düşüncesi ürkütücüydü. Neyse ki, bu iki daire üzerinde çalıştığım eski tip haritada görünüyordu.

İkinci bir daireyi bu kadar kolay bulmam, gerçek olduğuna inamlamayacak kadar güzeldi. Ve ikinci dairenin merkezinin birincisinin içinde kalması, tartışmaya bile imkan vermeyecek, güçlü bir kanıttı. Heyecandan yerimde duramaz bir halde, Southampton'daki Ordnance Survey bürosuna döndüm. İlk dairede uyguladığım matematiksel analiz yöntemlerini tekrarladığımda, ikinci dairenin yarıçapının öncekinden yedi metre kısa olarak 9,570 metre olduğunu gördüm. Ayrıca Bishops Cannings de bu iki merkezle aynı doğru üzerindeydi.

Merkezi ziyaret etmek, daha da verimli oldu. Antik Ridgeway hattının bugün 300 metre (1,000 fit) doğusuna baktığınızda bugün hiçbir şey göremezsiniz. Ancak noktanın 20 metre yakınlarındaki bir ağaçlığın köşesinde yedi-sekiz tane büyük Sarsen taşı buldum. Bunların yakındaki tarladan alınarak buraya taşındıkları belliydi. Merkezin tam yerini belirleyip belirlemediklerini anlayamadım, çünkü tarlanın sahibi olan çiftçi tarafından parçalanarak dışarı atılmışlardı ama noktaya olan yakınlıkları en azından bu olasılığı gösteriyordu.

Şekillere bakılırsa, bu iki dairenin bilinçli bir şekilde yaratıldığı giderek kesinleşiyordu. Ama karşılaştığım şeyler aynı zamanda kafamda yeni soru işaretleri de bırakıyordu. İç içe geçmiş daireler, Orta Çağ'ın kutsal sanat ve mimari anlayışında çok kullanılan ve 'vesica pisces' denen geleneksel bir formu taşıyan düzenlerdir. "Kutsal geometri"nin temellerinden sayılan bu basit kalıp, merkezleri birbirlerinin alanı içinde kalacak şekilde iki eşit boyda dairenin çizilmesinden
oluşur.
Vesica, Orta Çağ'da Hıristiyan mistiziminde merkezi rol oynadı ve gerek dini resimlerde, gerekse Avrupa'daki muhteşem gotik katedrallerde yer aldı. Ancak, Hıristiyan sanatında önemli yer tutmasına karşın, Vesica pisces'in kökeni çok daha antik zamanlara uzanır. Hem klasik Yunan, hem de antik Mısır sanatında kullanılmıştır.

Aksini dilememe karşın, ikiz daireler bu antik kalıba uymuyordu ve uzun zaman üzerinde çalışmama karşın tuhaf geometrik yapılarının nasıl bir bağlantıları olduğunu bir türlü anlayamadım. Ama o sırada başka bir şaşırtıcı keşifte bulundum.

Uzun Bir Doğru - St.Michael Hattı

Alfred Watkins, hatlar hakkındaki kitabını 1920'lerde yayınladığında, verdiği örnekler en yüksek uzunluğun 40 km. (25 mil) olduğunu gösteriyordu. Basit ölçüm teknikleri kullanan antik insanlann bu kadar uzun bir mesafede nispeten doğru bir ölçüm yapabilmeleri mümkün görünebilir. Ancak daha uzun mesafelerde doğru ölçüm yapabilmeleri neredeyse imkansız olabilir. Ayrıca Watkins, temelde belirgin olan hatların Roma yolunun eski bir versiyonu gibi antik yerleri birleştirmiş olabileceğini düşünüyordu.

Ancak John Michell, View Over Atlantis adlı kitabında hat avcılığı ve New Age anlayışı hakkındaki bilgileri arasında uzun hatlarla ilgili bir örnek de vermektedir. Michell'e göre, bu hat Cornwall'daki Marazion yakınlarında bulunan St.Michael's Dağı'ndan başlamaktadır. Doğuya doğru uzanarak, Bodmin Moor'da bulunan ve adına llurlers denen taş dairesinden geçmektedir. Ardından St. Michael'e ithaf edilmiş bir dizi kiliseden geçerek Glastonbury Tor'a ulaşmaktadır.

Glastonbury'den sonra Avebury'ye ve oradan da bury St. Edmunds manastır kilisesine devam etmektedir. Bu hat, yaklaşık 500 kilometre (310 mil) uzunluğundadır. Hamish Miller ve Paul Broadhurst'ün The Sun and The Serpeni (Güneş ve Yılan) adlı kitaplarında bahsettiklerine göre ise, bu hat gezegenin etrafını dolaşan bir enerji alanını işaret etmektedir.

Uzun hatlar, hat avcıları arasında bile şüpheyle karşılanan bir konudur. Eğer gerçekten varsalar, çok daha yüksek gözlem becerisi gerektirmektedir. Gerçekten de, diğer araştırmacıların kanıtlarına göre, Michell'in hattı tam bir doğru değildir. Özellikle batı ucunda olduğu gibi hafif kıvrımlara rastlanmaktadır. Avebury'deki dairesel anıt hem benim doğu dairemde anahtar yapı hem de Michell'in St. Michael hattında önemli bir yer tutarken, kendi haritamda bir hat için nokta olarak belirlemem doğru bir davranış olabilirdi. Bunu yaptığımda, hattın biraz kuzeyde kalmakla birlikte iki dairenin merkezinden geçerek Bishops Cannings'e uzanan doğruya paralel olduğu ortaya çıktı.
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ DERİNLİKLER - 4

Hiç yorum yok :
Bunun da tesadüf olmadığı kesindi. İki yeryüzü şekli arasındaki bir tür geometrik bağlantıyı gösteriyordu. Eğer bağlantıyı bulabilirsem, hem dairelerim hem de St. Michael hattına ait kanıtlar güçlenebilirdi.

Ancak cevabın gelmesi kolay olmadı. Çalışma masamın üzerine eğilmiş halde hüsran dolu uzun saatler geçirdim. Eşkenar üçgenleri düşünmeye başlamamı sağlayan neydi, hatırlayamıyorum. Belki de birinci bölümde bahsettiğimiz Grovely Şatosu, Old Sanım tepeleri ve Stonehenge arasındaki üçgen şekildi. Her nasılsa, 1976 yılının baharında haritamın üzerine, iki alt köşesi dairelerin merkezini görecek şekilde kuzeybatıya bakan eşkenar bir üçgen çizdim. Ardından taban çizgisini iki yana doğru uzatarak dairelerin merkez noktalarından geçirip çevre çizgilerine bağladım. Bunun sonucunda ortaya çıkan yeni merkezleri de tamamlayarak elde ettiğim ikinci üçgen bana çok tanıdık göründü. Açı ölçerimle ölçtüğümde, taban açılarının yaklaşık 52 derece olduğu ortaya çıktı.

Bu, antik Mısır hakkında yaptığım çalışmalardan çok iyi tanıdığım bir açıydı; Büyük Keops Piramidi'nin eğimi!. Çok heyecanlıydım ama hâlâ mantıklı matematiksel hesaplamalara devam etmem gerekiyordu. İlk olarak, bu üç yeni nokta için koordinatları hesaplamak ve sonra yeni üçgenin iç açıları üzerinde çalışmak zorundaydım. Ama bütün bunları yaptığımda hayalkırıklığına uğramadım.

Taban açısı 51.94 dereceydi. Büyük Piramit için verilen açı genellikle 51 derece 51 dakika ya da 51.85'dir. Dolayısıyla, Marlborough Downs'da varlığını tespit ettiğim gizli yeryüzü şeklinin açısı. Büyük Piramit'inkinden 0.09 derece ya da 5 dakika farklıydı. Burada, İngiltere'deki bir yeryüzü şeklinde, antik dünyanın en ünlü anıtıyla bir bağlantı bulunma olasılığı var mıydı?

Büyük Piramit

Günümüzdeki Kahire şehrinin yakınlarında bulunan Giza Platosu'nda yükselen Büyük Piramit, antik dünyanın bugün ayakta kalan Yedi Harikası'ndan sadece biridir. Herbiri ortalama 2.5 ton ağırlığında 230,000 blok taşın oluşturduğu bu muhteşem yapı, yaklaşık 7 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Yüzyıllar boyunca insanları etkilemiştir.

Bu yapı hakkında diğer antik anıtlardan daha fazla kitaplar yazılmış olduğu halde, hâlâ birçok gizemini korumaktadır. Mısır'daki piramitler kesinlikle eşsizdir (seksenden fazla vardır). Diğer bütün hepsi, toprağın altında ya da üzerinde kalan mezar odalarının üzerine inşa edilmiş sağlam yapılardır. Ancak Büyük Keops Piramidi'nde odalar piramidin kendi gövdesi içinde bulunmakladır.

Hemen haritamın üzerindeki üçgenle aynı büyüklükte olacak şekilde piramidin bir kesitini çizdim ve bulduğum şey karşısında ağzım açık kaldı; Kral'ın Mezar Odası, tam olarak St. Michael hattındaki Tapınak Çiftliği denen yere düşüyordu. Yine aynı şekilde, aşağı doğru inen geçit ve Büyük Galeri, iki dairenin merkezini birleştiren hata ulaşıyordu. Bütün bunların şans eseri ortaya çıktığı ihtimaline karşı kanıtlar astronomik şekilde katlanıyordu.

St. Michael hattıyla iki daireyi bölen eksenin kesiştiği noktada, ondokuzuncu yüzyılda ortaya çıkarılan bir uzun höyük bulunmaktadır. O zamandan beri tamamen yokolmuştur. Hiçbir iz kalmamıştır ve yerinde sadece bir grup kayın ağacı bulunmaktadır.

Büyük Piramit'de bulunan prensiplerle aynen Marlborouglı Downs'daki hatlarda da karşılaştığımız konusunda artık hiç şüphem kalmamıştı. Burada gördüğüm, Büyük Piramit'in Wiltshire'daki arazi yüzeyine çizilmiş geometrik planıydı. Ancak, bir şeye inanmak, onu kanıtlamak demek değildir.

Yaptığım her keşif, cevaplardan çok sorular getiriyordu. Bu planın yaratıcıları neden böyle gizli bir şey için bu kadar çaba harcamışlardı? İngiltere'nin bu kısmında insanların böylesine büyük bir tapınak bölgesi oluşturmaları için neden neydi? Marlborough Downs ve antik Mısır arasında ne gibi bir bağlantı vardı? Bu sorular ve daha başkaları kafamda dolaşıyordu.

Tapınak Şövalyeleri

Akdeniz'in doğu ucu ve Marlborough Downs arasındaki bir bağlantı, yüzüme bakıyordu. Kral'ın Mezar Odası'nm harita üzerine tam olarak bulunduğu yer, Tapınak-Çiftliği idi. Bu bana hemen Tapınak Şövalyeleri'ni hatırlattı. Tapınak Şövalyeleri, M.S. 1119'da varlığı anlaşılmış ve bu bölgedeki araziye sahip oldukları bilinen bir gruptu. Grup, Clairvaux'lu St. Bernard önderliğinde on Fransız şövalyesi tarafından kurulmuştu. O yıl Hugues de Payns ("Paganlar'ın" anlamına gelir) bu şövalyeler, Jerusalem'deki Kral Baldwin'in sarayına yerleştikleri Kutsal Topraklar'a gittiler. Burası, Kutsal Mezar'a yakındı ve Hz. Süleyman Tapmağı'nın' bulunduğu yere inşa edilmişti. Kutsal Şehir'e yolculuk yapan hacıları korumak için yemin ettiler ve manastır geleneklerine uyarak saflık, yoksulluk ve itaat yemini ettiler.

Ancak bu şövalyelerin neyin peşinde oldukları ve Jerusalem'de ne buldukları konusunda bol miktarda söylenti ortaya çıktı. Ne olursa olsun, bu şövalyeler Avrupa'da doğrudan Papa'ya bağlı güçlü bir askeri güç haline geldiler. Bu gruba katılmak isteyen birçokları akın etti ve sonucunda geniş topraklara sahip oldular. Uluslararası bağlantıları sayesinde Tapınak ilk banka haline geldi ve Hıristiyan dünyasının farklı noktalarında birçok alışverişi sağladı. Bu, zenginliklerini daha da artırdı.

Sufıler'le yakın ilişkilerini koruyarak, Kabala ve simya hakkındaki bilgilerini paylaştılar. Gizli törenleri ve mistik amaçları hakkında hikayeler yayılmaya başladı. Zamanla, zenginlikleri Fransa Kralı 4. Philip'i (Adil Philip) bile kıskandırdı. Grubun kurulmasından 189 yıl sonra 13 Ekim 1307 Cuma günü, Philip'in adamları Büyük Usta Jean Jacques de Molay ve 140 şövalyesini bölücülük, Tanrı'ya küfür ve büyücülükle suçladılar. Bunun ardından şövalyeler büyük eziyetler gördüler. Birçoğu, putperestliklerini itiraf etmeleri için Engizisyon tarafından işkence gördü.

1312'de Papa V.Clement resmi olarak grubu kaldırdı ve yerine Hospitaler Şövalyeleri'ni getirdi. Bağlandığı kazıkta öldürülmeden önce, masumluğunu savunan Büyük Usta, Tapınak Şövalyeleri'ne karşı işledikleri günahlar için 4. Philip ve 5. Clement'i Tanrı'nın önünde hesap verirken görmeyi diledi. Philip'e bir yıl, Clement'e bir ay verdi. İkisi de tanınan sürelerin sonunda acı içinde öldüler: Philip atından düştü, Clement ise kanserden öldü.

O zamanlar grubun tamamen ortadan kalktığı sanılıyordu ama şimdilerde Tapınak geleneğinin farmasonluğa dönüşerek devam ettiği düşüncesi dolaşmaktadır.

Gizlilik geleneği, Tapınak Şövalyeleri'nin inançlarını ve üyeliğe kabul törenlerini ortaya çıkarmayı imkansız kılmaktadır. Şövalyelerin itirafları hiçbir gerçek içermeyecek şekilde işkence yoluyla kazanılmıştı. Ancak grubu kuran şövalyelerin Jerusalem'deyken Akit Sandığı'nı bulduklarına dair söylentiler vardır. Bu bölgedeki gizli güçler hakkında bilgileri olduğuna, bu enerjileri ayinlerinde kullandıklarına ve izoterik bilgilerinin gotik katedrallerin biçimlerindeki gizli geometride yattığına dair inançlar da vardır.

Tapmak, gruba katılmak isteyen heyecanlı şövalyelerin verdikleri hediyeler sayesinde zenginliğini artırmıştır. Yaptığım araştırmalara göre, 1155'de Pembroke'lu Earl soyundan John Marshall kendilerine gizli bir yer verdiğinde Marlborough Downs'ın sahibi oldular. Haklarında çok fazla bilgi yoktur ve bilindiği kadarıyla birkaç kiracıyla bir çiftlikten başka bir şey kalmamış durumdadır. Ancak herhangi bir kilise binasına raslanmadığı için, buranın önemli bir Tapınak mülkiyeti olduğu da kabul edilmemektedir. Yere adını veren Tapınak'la bağlantısı, ayrı bir muammadır. Daha fazlasını öğrenmek için Mısır'a gitmeli ve Giza Platosu'ndaki piramitleri görmeliydim.
1 | 2 | 3 | 4

GEÇMİŞİN DAMGASI - 1

1 yorum :
M.Ö. 3100, Dünya'nın en azından iki bölgesinde çok önemlidir.

1960'ların ortalarından bu yana Neolitik geçmişe ait İngiltere'de iki resim ortaya çıkmıştır. Bir tanesi Avrupalılar'ın gelişinden önceki Amerikan Yerlileri'ne benzeyen oldukça ilkel bir toplumdur. Birçok Neolitik iskeletiyle birlikte bulunan çakmaktaşı ok uçlarına bakılırsa, hayatlarının pek barışçıl olmadığı açıktır. Bunlar ender örnekler değildir. "Savaş bu insanların bildiği bir şeydi," diyor arkeolog Aubrey Burl. Megalitik anıtlar dikmek ve güneşin, ayın, yıldızların hareketlerini incelemek ise hayatlarının dinsel yönüydü.

Ama Watkins, Hawkins, Thom ve benim çalışmalarımız, bu resmi çürütmektedir. Bulduklarımız, böyle ilkel bir toplumda olması gerekenden çok daha gelişmiş ve karmaşık bir gözlem, geometri, astronomi ve mühendislik bilgisini ortaya koymaktadır.

Taş daireler inşa etmenin 2000 yıldan uzun sürdüğünü biliyoruz. Örneğin Stonehenge'in son aşaması M.Ö. 1100'e kadar tamamlanmamıştır. Dolayısıyla Thom'un Megalitik Metre'si iki milenyum boyunca standart olarak kabul edilmiştir.

Megalitik kültürün iki resmi yan yana durmaktadır. Ortodoks arkeologlarının kanıtları, Hawkins ve Thom'un savunduğu gibi bir süreklilik sağlamaktan öte son derece basit yaşayan insanların bulunduğu barbar bir ırkı göstermektedir. Ancak Hawkins ve Thom'un bize sunduğu resim, ancak bilgiler kuşaktan kuşağa aktarıldığı taktirde edinilebilecek seviyede ileri astronomik farkındalığa sahip bir ırkı ortaya koymaktadır.

Bu yeni resmi anlamak için antik İngiltere insanları ve çağdaşları olan diğer kültürler hakkında bilinenleri incelemek gerekir.

Neolitik İngiltere

Şimdi İngiltere Adaları olarak bilinen yerde çok uzun süredir insanların varolduğu bilinmektedir; en azından 500.000 yıldır. Ancak İngiltere 8-10.000 yıl önce buzlardan arınana kadar herhangi bir uygarlık gelişimi olmamıştır. O zamandan sonra arkada bırakılan anıtlarda bir süreklilik gözlenmektedir. Bunlar, ilk Neolitik insanlann evlerini orman açıklıklarında kuran avcılar
olduğunu göstermektedir. Zaman içinde tarım gelişmiş, yaklaşık M.Ö. 3600 yıllarında Marlborough Downs'ın tepe bölgeleri temizlenerek işlenmiştir.

Avrupa'da İber yarımadasında bulunan megalitik yapıların en eskisi yaklaşık olarak M.Ö. 4700 tarihine dayanmaktadır. Tapınak benzeri yapılar Malta ve Gozo'da da görülmektedir. İngiltere'deki ilk antik mezarların tarihi M.Ö. 3700 yıllarına uzanır. Bunlar İngiltere'nin güney kısmında oldukça sık görülen uzun höyüğe kadar devam eder.

Uzun höyükler, uzunluğu 100 metreye, genişliği 20 metreye ve yüksekliği 2-3 metreye kadar çıkan ince uzun höyüklerdir. Bir ucunda genellikle höyüğün genişliğinin yedide birinden fazla olmayan bir gömü dairesi bulunur. Yapının geri kalanı gömüyle ilgili olarak herhangi bir amaca hizmet etmez ve bilindiği kadarıyla sembolik ya da dini bir önem dışında herhangi bir fonksiyona sahip değildir.

Tarım avcılığın yerini almasına karşın ömürler hâlâ kısaydı ve genellikle acımasızdı. Aubrey Burl, Prehistoric Avebury (Tarih Öncesi Avebury) adlı kitabında şöyle demektedir:

Bu eski çiftçilerin gömülerine bakıldığında, sağlıkları hakkında net bir resim ortaya çıkmaktadır. İnsanlar arasında silah yaralan ender görülen bir durum değildi. Kadınlar arasında ölümcül hastalıklar biliniyordu. Çoğu yetişkin mafsal iltihabı çekiyordu... Dengesiz ve yetersiz beslenme, çocuklarda sık sık raşitizm ve hatta ölüme neden oluyordu. Bazı insanlar çocuk felcine, sinüzite, tetanoza, tüberküloza yakalanıyorlardı; ve bu ürkütücü listeye kesinlikle veba ve sıtma da ekleniyordu.

Ölüm çabuk geliyordu. Birçok erkek otuzaltısında, birçok kadın otuzunda ölüyordu ve yetmiş yaşına kadar yaşayanlar oluyorsa bile, bunların sayısı üç yaşından önce ölen çocukların yarısı kadar olmalıydı.

Avebury yakınlarındaki Windmill Tepesi'nde, o zamanlardan kalma bilinen en büyük yerleşim yerlerinden biri bulunmaktadır. 8 hektardan geniş bir alana yayılmaktadır ve çevresinde tahkimatları vardır. Bilindiği kadarıyla bir ticaret merkezi olmasının dışında çıkarılan heykelciklere bakılırsa ayinler ve büyü için kullanılan dini bir yerdir. Bölge, yaklaşık 5500 yıl öncesinin Neolitik İngiltere'sinde birçok şey için merkez olmuştur.

M.Ö. 3200-3100 tarihleri arasında kısa bir zaman içinde İngiltere Adaları'nda çok önemli bir değişim olmuştur. İnsanlar 'uzun höyükler' yapmayı bırakmış, bunun yerine taş daireleri inşa etmişlerdir. Dikdörtgen yapılar, geniş dairesel yapılara yerlerini bırakmışlardır. Stonehenge'in ilk aşamasının ortaya çıkışı da aynı döneme rastlar.

İrlanda'da, bu daha yeni megalitik anıtların en etkileyicilerinden biri Newgrange, Co.Meath'de bulunmuştur. Bu muhteşem yapının dış yüzeyi beyaz quartz taşıyla kaplandığı için günışığında pırıl pırıl parlamaktadır. İçteki dairesi, kışdönümünde doğan güneşle aynı hizadadır. Gündönümünde güneş ufukta yükselirken, ilk ışıklarla aydınlanmaktadır. Bu olaya şahit olanlar, yaşadıkları şeyin gücüne hayran olmaktadırlar. Güneşin doğuşunun ilk saniyelerinden itibaren, görüntü arkadaki taş duvarı ışıkla yıkayan altın renkli bir nehrin içeri akışını andırmaktadır.

M.Ö. 3200 yıllarında inşa edilen Newgrange, diğer bir yeni gelişimi göstermektedir: Taş sanatı. Taşların üzerine daireler, helezonlar ve halkalar kazınmıştır. Ne anlama geldiklerini henüz kimse bulamamıştır. Ancak, İrlanda, İskoçya, Cumbria ve Yorkshire'da bol miktarda bulunan bu işaretleri Profesör Thom incelemiştir. Bunların yine Megalitik Metre'nin 1/40'ına denk gelen bir ölçüye dayanarak yapıldığını savunmaktadır. Neredeyse kesin bir biçimde güneşin, ayın ve yıldızların hareketini gösteren bu işaretlerin dini bir amaçla yapıldığını söylemiştir. Bu işaretler, bilgileri kuşaktan kuşağa aktarmak için piktogram şeklinde bir "yazı"nın kullanıldığına dair tek kanıttır.

Newgrange'in tamamlanmasından kısa bir süre sonra, Stonehenge, Silbury Hill ve Avebury'nin inşaatı başlamıştır. Sadece birkaç yıl içinde yüksek sayıda taş daireler, taş anıtlar ve gömülü höyükler İngiltere Adaları'nın her yanına yayılmıştır.

Bu ani mimari devrimin nedeni bilinmemektedir. Ancak en gerçekçi açıklama, yeni bir kültürden insanların oraya vardıklarıdır. Ancak anıtların tarihleri ve açıklamaları, şaşırtıcı bir şekilde İngiltere'nin güneydoğusundaki kısa kanaldan değil, batıdaki denizin ötesinden gelindiğini göstermektedir.

Tuatha de Danann

İrlanda mitolojisi, bu ülkenin bir dizi işgale uğradığını göstermektedir. Bu masalsı istilacıların en renklilerinden biri, Tuatha de Danann, yani "Tanrıça Danann'ın Çocukları" idi. Yanlarında, içinde ölüleri yaşama döndürebilen bir kazanın da bulunduğu çok sayıda büyülü hediyeler getirmişlerdir. Bazıları bunu Hıristiyanlık İngiltere'ye girdiğinde yayılan Kutsal Kadeh mitinin prototipi olarak görmektedirler (Hz.İsa'nın son yemeğinde kullandığı ve çarmıha gerilirken içine kanının damladığı söylenen, ölümsüzlük ve sonsuz gençlik sunduğuna inanılan kadeh.)

Tuatha insanları, diğer bir istilacı grup tarafından püskürtülmüştür. Kral Arthur gibi, onların da daha sonraki bir tarihte tekrar ortaya çıktıkları söylenmektedir. Bu insanları batıdan gelen yeni bir kültürün insanları olduklarını söylemek imkansız da olsa, efsane zaman içinde bu ülkeye yapılan saldırıların neredeyse gelenekselleşmesini sağlamıştır.

Astronom Rahipler

Euan MacKie'ın yukarıda anlatılan ve yerel köylüler tarafından desteklenen, megalitik kültürün gelişmişliğini yansıtan astronom rahipler kavramı, pek fazla gerçekdışı değildir. Dahası, M.Ö. 850 yılları gibi daha yakın Kelt zamanlarında 'Druid'ler benzer bir rol oynamışlardır.

Belirgin Druid inançlarına ait yazılı kanıtlar elimize geçmemiştir. Bilgileri şarkılara ve hikayelere konu olarak zaman içinde ağızdan ağıza bize ulaşmıştır; tarih öncesi zamanlarda Keltler tarafından kullanılan Bardic geleneğiyle. Büyük bir güce ve saygıya sahip oldukları şüphesiz olan Druid'ler, belki de muhteşem megalitik anıtlar için esin oluşturan mistik insanlardı. Bu fikir, Ortodoks arkeologlarının barbar kültür görüşüyle Thom, Watkins ve benim daha gelişmiş bir uygarlık görüşümüzü en azından biraz daha bağdaştırmaktadır.
1 | 2 | 3

GEÇMİŞİN DAMGASI - 2

Hiç yorum yok :
Aubrey Çukurları, Stonehenge

İstasyon Taş Dikdörtgeninin dışında Stonehenge'deki diğer bir özellik de, bir ila yarım metre arasında değişen derinliklere ve yaklaşık 87 metre çapında 56 çukurdur. Onyedinci yüzyılda araştırmacı John Aubrey'in adı verilen bu çukurlar, 1960'lara kadar gizemini korumuştur. Nature dergisinin Haziran 1964 sayısında yazan Gerald Hawkins ve Temmuz 1966 sayısında yazan Profesör Fred Hoyle, bunların güneş ve ay hareketlerini gözlemlemek için nasıl kullanıldıklarını açıklamışlardır.

Onların düşüncesine göre ay ve güneşi simgeleyen iki sembol bu çukurlarda yer almakta ve dairesel bir hareketle dönmektedirler. Bunu hayal etmenin en güzel yolu, bir saatin ikisi farklı hızlarda hareket ettiği halde her oniki saatte bir aynı pozisyona gelen akrep ve yelkovanını düşünmek olabilir. Bu sembollerin hareketleri için farklı yöntemler ortaya atılmıştır ama temelde hepsi aynıdır. Böyle bir sistem ancak uzun süren bir gözlem sonucu ortaya çıkmış olabilir. Bu süreçteki insanların genellikle kırk yaşından önce öldükleri gözönüne alınırsa, bilginin diğer kuşaklara aktarılmış olması gerekir.

İstasyon Tas Dikdörtgeni incelendiğinde, 5:12:13 Pisagor üçgeni bilgisi göze çarpmaktadır. Thom'un diğer taş dairelerinde yaptığı incelemeler, sadece ünlü 3:4:5 üçgeninin değil, aynı zamanda şaşırtıcı bir şekilde 12:35:37 üçgeninin de kullanıldığını göstermektedir. Bütün bunlar üstün bir geometri bilgisini ve Pisagor'un "keşfettiğine" inandığı teorinin kendisinden binlerce yıl önce bilindiğini ortaya koymaktadır.

Avrupa Megalitleri

M.Ö. üçüncü binyıla ait taş daireleri ve dev anıtlar, İngiltere'ye özgüdür. Ancak Fransa'nın kuzeybatısındaki Karnak'da bulunan antik taş sıralarının da tarihi aynıdır. M.Ö. 3000 yıllarından önceki birçok yüzyıl boyunca batı Avrupa'nın hemen her yanında mezar yapıları inşa edilmiştir. Karnak bölgesinde çok sayıda örneğe Taşlanmaktadır. 

Örneğin Menec'de l.000 metreden uzun paralel taş sıraları görülmektedir ve her birinin ucunda İngiltere'deki gibi taş dairelerine ait kanıtlar vardır. Profesör Thom bunları dikkatle incelemiş ve Megalitik Metre dediği ölçünün ikibuçuk katına denk gelen Megalitik Çubuklar adını vermiştir.

Büyük Brise Menhiri de Karnak bölgesinde bulunmaktadır. 20 metre yüksekliği ve 340 tondan fazla ağırlığıyla bilinen en büyük dikili taştır. Thom, bunun 18.61 yıllık aydönümü üzerinde çalışmak için dikilmiş bir taş olduğunu söylemiştir. Ancak ne yazık ki ondokuzuncu yüzyılda taş devrilerek dört parçaya ayrıldığından, Thom'un teorisini kanıtlamak mümkün değildir.

Fransa'nın bu bölgesinde birkaç taş dairesi örneği vardır. Ancak hiçbiri İngiliz anıtlarının ihtişamına sahip değildir. Yine de, o zamanlar İngiltere ve batı Fransa arasında bir kültür bağı olduğu yönünde söylentiler vardır. Fakat mezarlarda bulunan sanat eserleri, Kanal yoluyla bir ticaret olduğunu göstermektedir.

Yerdeki Daireler: Gökyüzündeki Daireler

M.Ö. 3000 yıllarında güney İngiltere'de Stonehenge, Avebury ve Silbury Hill gibi anıtları dikebilecek beceriye sahip insanların yaşadığını biliyoruz. Kavram olarak, Marlborough Downs'da yapmış olduğum keşif, genel inançlara uymaktadır. Bu bir açıdan çok daha geniş bir taş daire olarak görülebilir. Dairesel formun kullanımı, astronomi gözlemi ve çalışmaları yapan insanların doğal bir ifade biçimi olarak alınabilir.

Güneş ve ay yuvarlaktır; Büyük Ayı, Kutup Yıldızı'nın etrafında dairesel bir yol izler gibi. Ancak bu insanların böyle bir gözlem ve 19.3 kilometrelik (12 mil) bir alana böylesine dev bir daire inşa etme becerisine sahip olup olmadıklarını hâlâ anlamak zorundaydım. Ama diktikleri megalitik anıtlara bakıldığında, bu pek imkansız görünmüyordu.

Ortodoks arkeologları, M.Ö. 3200-3100 arasındaki 100 yıllık süreçte, Neolitik İngiltere'de büyük bir değişim olduğu ve bunun sonucunda İngiltere Adaları'ndaki muhteşem megalitik anıtların inşa edildiğidir. İrlanda'daki Newgrange; güney İngiltere'deki Stonehenge, Silbury Hill ve Avebury; İskoçya'nın Batı Adaları'ndaki Callanish; Orkney Adaları'ndaki Maes Howe ve Brogar Halkası; ve Cumbria'daki Castle Rigg gibi anıtların hepsi bu tarihlerdeki birkaç yüzyıl içinde ortaya çıkmıştır. Asıl soru; İngiliz kültüründeki bu değişim ani bir gelişim miydi? Yoksa dışarıdan gelen bir olgudan mı etkilenmişti? Şu kesin ki, M.Ö. 3100, Dünya'nın en azından iki bölgesinde çok önemlidir.

Mısır Hanedanlığı

Verimli Nil havzasında çok uzun bir zamandır insan varlığının bulunduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. M.Ö. 4000 yıllarına uzanan ve Badarian adıyla bilinen bir kültürde keten giysiler, çömlekler ve küçük süs eşyaları yapılmıştır. M.Ö. 3200-3100 yıllarında tek bir kralın yönetimi altında birleşene kadar Mısır'da çok yavaş bir gelişim vardı.

O noktada, tam olarak gelişmiş bir hiyeroglif yazı ortaya çıkmıştır. Bunun ardından Mısır uygarlığı dev bir adımla sıçramıştır. Çok kısa bir süre içinde sanat, mimari, tıp ve sosyal düzen çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Dinde ise insanlık Amon-Ra adında bir mutlak tanrı tarafından yönetilen yüce bir hiyerarşi içindeki yerini almış, şimdiki Kahire'nin bir varoşu olan Heliopolis yeni dinin merkezi haline gelmiştir.

Taş piramitlerin ilki olan Sakkara'daki Step Pyramid, Kral Zoser için veziri İmhotep tarafından M.Ö. 2640 yıllarında yaptırılmıştır. Avebury'deki anıt da bu tarihlerde yapılmaya başlamış ve M.Ö. 2400 yıllarında tamamlanmıştır. M.Ö.2575-2565 tarihleri arasında Giza platosundaki dev piramitler yapılarak, şimdi bile hayal edilemeyecek bir mühendislik ve teknoloji becerisi sergilenmiştir.

Mısırlılar, Stonehenge dışında İngiliz anıtlarında olmayan bir şekilde taşlarını cilalamış ve şekillendirmişlerdir. Bu Eski Krallık yapılarında, daha sonraki Mısır hanedanlarına ait diğer eserlerin hiçbirinde olmayan yüksek bir kalite vardır. Bunlara bakıldığında, tıpkı İngiltere gibi Mısır'ın da M.Ö. 3200-3100 tarihleri arasında bir yerde kültürel bir yükseliş yaşadığı görülmektedir. Mısır kültüründeki gelişim, dengeli ve homojen bir gelişim olarak açıklanamaz. Bu özellik, otoriteleri bir dış etken olduğuna inanmaya zorlamıştır.

Mitolojilerindeki, inşaat tekniklerindeki ve mimari tarzlarındaki benzerliklerden yola çıkarak bazıları Euphrates nehri ovasındaki Sümer uygarlığını kaynak göstermiştir. Ancak Profesör Walter Emery, Archaic Egypt (Arkaik Mısır) adlı kitabında şöyle demektedir:

Kapıldığımız izlenim, dolaylı bir bağlantının, hatta belki etkileri Fırat ve Nil boyunca yayılan üçüncü bir grubun varolduğudur... Modern araştırmacılar, hipotetik bir yerden ya da keşfedilmemiş bir bölgeden göç eden insanların olduğu ihtimaline kulak tıkamaktadırlar. (Ancak) iki uygarlık arasındaki farkları en iyi şekilde açıklamak için kültürel gelişimlerin üçüncü bir gruptan, bağımsız bir şekilde Mezopotamya ve Mısır'a geçtiğini düşünebiliriz.
1 | 2 | 3

GEÇMİŞİN DAMGASI - 3

Hiç yorum yok :
Eğer antik Mısır uygarlığmdaki bilim, mitoloji, yazı, mimari, sanat ve kültür sıçraması "dengeli bir gelişim" olarak açıklanamıyorsa, bu gelişim nereden kaynaklanmaktadır? Profesör Emery'nin bahsettiği üçüncü kişi kimdi? M.Ö. ilk yüzyılda yazan ve çizen Romalı tarihçi Diodorus Siculus, bize şöyle bilgi vermektedir:

Mısırlılar, uzak zamanlarda Nil'in kıyısına yerleşerek anavatanlarının uygarlığını, çizim sanatını ve cilalı dillerini getirmiş olan yabancılardı. Batan güneşin yönünden gelmişlerdi ve en eski insanlardı. 

Profesör Emery'nin Mısır'a o zamanlarda girdiğini ve kültürel gelişimin temelini oluşturduğunu söylediği hanedan ırk teorisi, Mısır bilimcileri tarafından genel olarak kabul edilmemiştir. Ama aksi de kanıtlanamamıştır.   Orta Doğu'daki çağdaşı olan uygarlıkların kültürel bazı etkileri olduğu saptanmıştır ama bu bile Mısır uygarlığmdaki ani gelişimi açıklayamamıştır. Abydos'da bir Alman arkeoloji ekibi tarafından yakın zamanda yapılan araştırma, bazı cevaplar elde etmişe benzemektedir. 

Ancak Profesör Emery haklıysa ve Mısır dışarıdan etki aldıysa, bu insanlar nereden gelmişlerdi ve aynı dönemde İngiltere'de olan değişimle nasıl bir bağlantıları vardı? Dahası, aynı döneme raslayan diğer bir gizemli gelişim de, dünyanın bambaşka bir bölgesinde gerçekleşmişti; Atlantik Okyanusu'nun diğer tarafında.

Maya Takvimi

Güney Amerika'da, dördüncü binyılın sonlarına doğru bir uygarlıkta daha güçlü bir gelişimin gerçekleştiğine dair kanıtlar vardır. Bizim takvimimizle M.Ö. 12 Ağustos 3114'de Maya takvimi ortaya çıkmıştır. Mayalar, bizim bugün kullandığımız Gregorian takviminden daha doğru olan bir tarihlendirme sistemini bulmuş sıradışı insanlardır.

Dünya, güneş etrafındaki dönüşünü tam sayıda günde tamamlamaz. Çoğu okul öğrencisinin bildiği gibi yılda 365 gün vardır. Ama tam olarak değil. Doğrusunu söylemek gerekirse, her dört yılda bir, bir gün eklememizi gerektirecek şekilde tam olarak 365.25 gündür. Bu, onaltıncı yüzyılın sonlarına kadar batı Avrupa'da kullanılan orijinal Julian takviminin temelidir. Ancak yeterince doğru değildir. Aslında bir yıl 365.25 günden onbir dakika ve birkaç saniye daha kısadır. Bu yüzden de zaman içinde takvimle mevsimler arasında bir ayırım ortaya çıkmaktadır. 1582 yılında takvimi aydönümüyle aynı konuma getirmek için Papa 13. Gregory, fazladan on günü bulunan bir takvim bastırdı. Julian takvimini yeniden düzenleyerek bir yüzyıl kapayan ve 400'e bölünemeyen yıllar sıradan yıllar olacak ve artık yıllar sayılmayacaktı. Bu Gregorian sistemine göre 1600 ve 2000 (400'e bölünebilen) yıllar artık yıllarken, 1700, 1800 ve 1900 böyle değildir. Bugün bu sistemi kullanmaktayız.

Maya sistemi karmaşıktır. Tzolkin denen 260 günlük bir temele dayanır ve belirsiz bir 365 gündür. Takvimlerini aydönümüne uydurmak için kullandıkları yöntemi anlatmak için yeterince yerimiz yok. Diğer kültürlerde olduğu gibi sistemleri güneşin hareketini temel almaktadır ama Venüs gezegeninin dairesel devrini kullanarak hesaplamalar yapmaktadırlar. 

Örneğin bir Baktun, 144,000 gündür. Onüç Baktım, tam bir çağ dönümüdür. Şu an içinde bulunduğumuz Baktım, 22 Aralık 2012'de tamamlanacak. 5000 yıllık bir süreçte, Maya takvimi Gregorian takviminden daha doğrudur.

M.S. 100 yıllarına kadar Maya bilinen bir uygarlık olmamasına karşın, takvimlerini M.Ö. 3114'de başlatmışlardır. Mayalar, M.S. 600 ile 800 yılları arasında Altın Çağ'larını yaşamış, sonra da şehirlerini bırakarak ortaya çıktıkları gibi gizemli bir şekilde kaybolmuşlardır. Tıpkı Mısırlılar gibi Mayalar da piramitler, dev heykeller inşa etmiş ve tam bir yazı sistemi geliştirmişlerdir. Ne var ki, Maya takviminin başlangıç tarihinin de bizimki gibi önemli bir olaya dayandığı bellidir. M.Ö. 12 Ağustos 3114'de Mayalar için bu kadar özel ne olmuştu ki?

Bunu asla kesin olarak bilemeyeceğiz. Aztekler'i ve diğer Kızılderililer'i Hıristiyanlık dinine çevirme hevesine kapılmış olan İspanyollar, bütün yazılı bilgileri yokettiler. Yucatân Piskoposu Diego de Landa, şöyle demektedir: "Bu karakterlerle yazılmış çok sayıda kitap bulduk ama batıl inanç ve yalanlardan başka bir şey içermedikleri için hepsini yaktık."

Neyse ki anıtların üzerine büyük karakterlerle kazıdıkları bazı yazılar kaldı ve dilimize çevrildiğinde Maya takvimi, sayı sistemleri, mitleri ve tarihleri hakkında biraz bilgi edindik.

Mayalar, takvimleri icat etmeleriyle tanınmalarının yanında, eski bir Meso-Amerikan uygarlığı olan Olmekler'den yola çıktıklarına dair bazı kanıtlar vardır. Bu insanlar hakkında fazla bilgi yoktur ama uygarlıklarının başlangıç tarihinin M.Ö.1500 yılları olduğu sanılmaktadır; takvimin başladığı M.Ö. 3114'den hâlâ biraz yakında. İleride yapılacak başka arkeolojik araştırmalar yeni cevaplar bulabilir. Ancak Ölmekler hakkında asıl ilginç nokta, heykelleridir. Biri beyaz, diğeri siyahi olan iki ırka ayrılmaktadırlar. Bu durum, bu insanların kökeninin Amerikalı değil, Atlantik Okyanusu'nun diğer yanından gelen insanlar olduğunu göstermektedir.

Kolomb'dan önce Avrasya ve Amerika kültürleri arasında bir bağ olduğu fikri yeni değildir. Kıtalar arasındaki fikirler, dil ve mimari arasında benzerlikler vardır. Thor Heyerdahl'ın 1970' lerde yayınladığı Ra II'de anlattıklarına göre antik Mısırlılar sazdan yapılmış tekneleriyle Atlantik'i aşmışlardır. Bu teknelerin tarzı ve yapıları, Peru'daki Titicaca Gölü'nde bulunanlarla büyük bir benzerlik göstermektedir. Diğer bazıları ise ünlü gezgin ve denizcilerin Atlantik'i ilk aşan insanlar olduğu fikrinde ısrar etmektedirler.

M.Ö.3100 - Çok Önemli Bir Gün

İnsan uygarlığının başladığı tarih olan M.Ö. 3100 çok önemlidir. Şunları işaret etmektedir:

- Mısır hanedanlığının başlangıcı.

- İngiltere Adaları'ndaki ınegalitik gelişime uzanan mimari taş dairelerinin yapımının başlaması.

- Maya takviminin başlangıcı.

Dışarıdan bakıldığında bu kör bir tesadüf gibi gelebilir. Ama bu üç olaydan en azından ikisini birbirine bağlayan çok güçlü başka kanıtlar da vardır; hatta muhtemelen üçünü birden.
1 | 2 | 3

BİR DAİRENİN PARÇALARI - 1

Hiç yorum yok :
Bu tepelerin altında derin ve antik bir şey yatıyor.

Güney İngiltere'de varlığım keşfettiğim büyük daire, yaratımı ile ilgili birçok şüpheli soruyu akla getirmektedir. Olanaksız gibi görünse bile, bu noktaların sadece şans eseri yerlerini bulmuş olduklarını düşünmek pek gerçekçi olmaz. Ne olduğunu sadece daha fazla araştırmayla anlayabiliriz belki. Ama bu yapılar bilinçli olarak yerleştirilmişse, ilgili oldukları en eski yapılarla çağdaş olmaları gerekir. Bu durumda da M.Ö. 3000 yıllarında İngiltere'de yeryüzü şekillerine göre hareket edip plan yapmayı bilen çok bilgili insanların olduğunu söylemek zorunda kalırız.

Haritadaki dairenin çizimi bana ikna edici göründü ama daha fazla ilerlemeden önce bu yerlerin gerçekten varolup olmadıklarını ve dairenin bir illüzyon olup olmadığını kontrol etmek zorundaydım. Bu ancak karmaşık matematikle birleşmiş daha detaylı incelemelerle mümkün olacaktı.

1:50.000 ölçekli bir harita, o bölgenin genel özelliklerini görmek için idealdir ama 19.3 km (12 mil) çapındaki bir dairenin detaylarını göremezsiniz. 1:25.000 ila 1:2.500 ölçekli daha büyük bir harita gerekliydi. Üstelik dairenin çevresi kiliseler ve antik yapılar sayesinde seçilmesine karşın görünürde herhangi bir merkez yoktu. Keşfettiğim şeye kesin olarak inanmadan önce bölgedeki birçok farklı yeri incelemeliydim.

Izgara Sistemi

Ordu haritaları, İngiltere üzerindeki bütün bölgeleri numaralarla gösteren bir Izgara Sistemi kullanmaktadır. Bir kenarı Ikın. uzunluğa denk gelen 1:50.000 ölçekli bir harita, bir kenarı 100'er metrelik karelere bölünmüştür. Örneğin Berwick Bassett Kilisesi'nin ızgara referansı 098 735'dir ve gerçekten de 100 m içindedir. En detaylı ordu haritalarının ölçeği l:1.250'dir ve bunlarda bir metrelik alanı bile görebilirsiniz. Bu sistemi kullanarak, şu anda bu kitabı yazmakta olduğum masanın yerini bile bir ordu haritasında tam olarak gösterebilirsiniz. Ayrıca denizcilik veya havacılık haritalarında olduğu gibi bulunduğum yer enlem ve boylamlarla gösterilebilir. Ancak bu koordinatları kullanmanın olumsuz yönü, uzaklık ve açılar üzerinde çalışırken karmaşık alan hesaplamalarının ortaya çıkmasıdır.

İngiliz Adaları gibi küçük yerler üzerinde, haritacılar Dünya'nın kıvrımlarını vermek için eşit uzunlukta koordinatlar kullanmanın daha kolay olduğunu farketmişlerdir. Böylelikle, iki-üç nokta üzerinde çalışırken uzaklık ve açı hesaplamaları daha da kolaylaştırmaktadır. Yani okulda öğrendiğimiz trigonometri gibi.

Ordu haritalarının ızgara sistemiyle çalışmak, araştırmalarım için çok önemliydi. Birkaç nokta alınarak herhangi bir harita üzerinde bir daire çizilebilir ama noktaların merkezden eşit uzaklıkta olduklarını kanıtlamam gerekiyordu. Izgara sistemini kullanan haritalarla trigonometri hesaplamaları yapmak, aynı zamanda birkaç harita üzerinde çalışırken de sağlam veriler oluşturmaya yardımcı oluyordu. Diğer sistemlerin tümü, olağanüstü dikkat gösterseniz bile bu kadar doğru olamayacaktır.

Yapılması gereken matematiksel hesaplamalar hiç zor değil ama uzun sürebilir. Neyse ki, bilgisayarlar bu tür işlerde çok iyidir. Ama en eski keşiflerimi yaptığımda, hantal hesap makineleri bile henüz yaygınlaşmamıştı; bu yüzden orijinal trigonometrik hesaplamalar babadan kalma yöntem kullanılarak hazır tablolar sayesinde yapıldı.

İlk adım, her nokta için doğru bir ızgara referansı oluşturmaktı. Bunun için Ordu Gözlem'in merkezine giderek arşivlerindeki 1:2.500 ölçekli detaylı haritadan çalıştım. Ordu Gözlem, aynı zamanda Wiltshire bölgesinde yapılmış arkeolojik araştırmaların da kayıtlarını tutuyordu.

Haritalar üzerinde çalıştıktan sonra, 10 metrelik detaylara geçtim. İnşa edilmiş kiliselerin en küçüğü 30 metre uzunluğundaydı ve bazıları çok daha genişti. Kiliseler için veri noktamı çizgilerin kesiştiği yer olarak belirledim; diğer megalitik yerler için de aynı noktaları merkez aldım.

Avebury, büyüklüğü yüzünden biraz sorun yarattı; çapı 421 metreydi. Oluşan dairenin çevre çizgisinin bu yapının Batı tarafından geçtiğini görüyordum ama hangi noktayı merkez alacağıma karar vermek çok zordu. Bu yüzden vazgeçtim. Diğer ondört yapının ızgara referansını belirledikten sonra, dairenin merkezini hesaplamak uzun saatlerimi aldı. Bütün noktaların ortak merkezini bulmak için dairenin çevresinde üç nokta belirledim ve bunların arasındaki ortak merkezi hesapladım. Sonra diğer üç tanesini hesapladım ve böyle devam ettim. Bu yöntem, içinden çıkamayacağım kadar fazla sayıda merkezin ortaya çıkmasına neden oldu.

Doğruluğu sağlamak için, üç noktanın bütün olası merkezlerini hesaplamam gerekiyordu. Bu da binlerce hesaplama yapmamı gerektirdi. Aslında, kesin doğru olduğuna inanılabilecek bir merkez bulmak için yaklaşık yirmi hesaplama yeterliydi. Merkezi bulduktan sonra, ondört noktanın ayrı ayrı merkeze uzaklıklarını hesapladım. Bu uzaklıklarla yaklaşık yarıçapı ve her bir noktanın daire çevresinden ne kadar saptığını bulabildim (Tablo 1).
Yaklaşık yarıçap 9.588 metre kadardı (5.9577 mil). Bu istatistik hata, sadece 8,07 metreydi ve başladığım başlangıç noktam olarak belirlediğim koordinatlardan gerideydi. Dairenin çevresindeki azami sapma, 72 metre olarak Broad Hinton ile 53 metre içeride kalan Wootton Rivers arasındaydı. Ancak, bu iki örnekteki sapmalara karşın dairenin çevre çizgisi kiliselerin bölgesi içinde kalıyor ve bu da keşfimi ispatlıyordu.

Zemin Katlar

Bu dairenin şans eseri mi oluştuğunu (milyonlarda bir ihtimal), yoksa bilinçli olarak mı yapıldığını bulmam gerekiyordu. Antik insanların yarıçapı 9.6 km. (6 mil) uzunluğunda bir yeryüzü çemberi oluşturacak beceriye sahip olmalarına inanmakta hâlâ zorlanıyordum. Ama en azından bir hayali izlemediğimin artık farkındaydım. Teorimi desteklemek için güçlü bir kanıtım vardı.
1 | 2 | 3

BİR DAİRENİN PARÇALARI - 2

Hiç yorum yok :
Sonraki birkaç haftasonu boyunca sırayla bütün yapıları ziyaret ettim ve kiliselerin fotoğraflarını çektim. Bazen kiliselerin zemin katlarında görünen antik temel taşlan, çok daha eski bir yapının yeniden kullanıldığına dair işaretler veriyor gibiydi. Ziyaretlerim sırasında bol miktarda detaylı notlar aldım ve bazılarında algıladığım "atmosfer"i de yazmayı unutmadım. Bu, bazı yerlerde son derece açıktı.

Marlborough Downs'daki kireç taşları burada daha inceliyordu ve küçük ağaç kümeleri çok etkileyiciydi. Geçmişten gelen birşeyler toprağın arasından süzülüyor ve kişiye bu tepelerin altında derin ve antik bir şey yatıyor izlenimi veriyordu. Bölgede dolaşırken, böyle bir daireyi oluşturan yapıların büyüklüğü karşısında nutkum tutuldu.

En büyük hayal kırıklığımı Ogbourne St.Andrew köyü olarak belirlediğim merkez noktada yaşadım. Asıl merkez birkaç evin arka bahçesi gibi kalan ve kullanılmayan bir tren yoluna yakın olan küçük bir tarla olarak belirlenmişti. İşaretlediğim noktanın 500 metre uzağındaki kilise avlusunda bulduğum bazı tümülüsler dışında civarda herhangi bir arkeolojik bulguya raslamadım. Bu bölgeye ait bütün eski arkeoloji haritalarım taradım ama herhangi bir megalitik yapı ya da taş göremedim. Belki de burası tren yoluna çok yakın olduğu için herhangi bir yapıyı kaldırmışlardı.

Marlborough Downs Platosu'nun en yüksek noktası 272 metredir ve bütün dairenin görülmesini imkansız kılmaktadır. En elverişli nokta, merkezin yaklaşık bir mil doğusunda kalan yamaçtır. Bu, bir zamanlar Roma Yolu olarak bilinen hatta raslamaktadır. Buradan hem dairenin merkezi, hem de 9.6 km (6 mil) uzaktaki East Kennett görünmektedir ama daire çevresindeki diğer noktaları görmek mümkün değildir.

Bana hâlâ gizemli gelen şey, bu yapıların nasıl olup da böyle dev bir dairenin çevresine dizildiği. Böyle bir araştırmayı devam ettimıek için diğer çalışmalara da bakmak zorundaydım. Bu sırada bana Profesör Alexander Thom'un yaptığı çalışmadan bahsedildi.

Taş Dairesi Mühendisleri

Emekli bir İskoç mühendis olan Profesör Alexander Thom, 1950'lerin sonlarında ve 1960'ların başlarında İngiltere Adaları'ndaki 300'den fazla taş daire yapıları inceledi. 1967'de, bulgularını Megalithic Sites in Britain (İngiltere'deki Megalitik Yapılar) adıyla yayınladı.

Kitabı, akademik çevrelerde büyük bir etki yarattı ve herkes antik insanların böylesine karmaşık bir geometri, astronomi, gözlem ve mühendislik bilgilerine sahip olup olmadıklarını konuşmaya başladı. Artık birçok arkeolog Stonehenge, Avebury ve Silbury Hill gibi yapıların muhteşemliğini inkar edemiyordu. Ama son derece basit yaşamları olduğu bilinen antik insanlar için bu yapılar anormaldi.

İngiltere Adaları'nda birçok taş yapı bulunmaktadır. Zaman içinde daha birçokları kaybolmuş olmasına karşın, bulunacak, keşfedilecek niceleri vardır. Thom'un araştımıalarından önce de bahsedildiği gibi, bunların çoğu hantal yapılardır. Birçoğu mühendislerin umursamazlığını onaylar şekilde düzgün bir yuvarlak bile değildir. Hatta Thom bıınlann düzgün bir daire olmaktan ziyade, ileri bir geometri bilgisini gösterir biçimde elips olduğunu vurgulamaktadır. Temeller değişmez bir şekilde Pisagor üçgenidir. Bunlar, temelinde clik üçgen, yüksekliği ve hipotenüsü tam sayı olan üçgenlerdir; en çok kullanılan oranlar ise 3:4:5'dir.

Bu tasarımın bir örneği, İskoçya, Invemess yakınlarındaki Druidtemple taş dairesidir. Thom, 3:4:5 oranlarında üçgen kurulduğunu ve üçgenin üç köşesinden yola çıkılarak bir elips oluşturulacak şekilde taşlar dikildiğini söylemiştir. Bu, ip ya da sicim ve kancalar kullanılarak kolayca yapılabilir. Thom, mühendislerin bu şekilde daire çevresinin ve yarıçapın oranlarını doğru tutturmaya çalıştıklarını düşünmektedir. İngiltere üzerinde böyle yumurta biçimli birçok örnek bulmuştur ve Cumbria'daki Castle Rigg gibi yassılaştırılmış daireler de vardır. Ve Avebury'de bulunan ender tasarımların benzerlerine de Taşlanmaktadır.

Thom, ayrıca bu dairelerin genellikle güneşin doğup batmasını, yılın belli zamanlarında ay ve yıldız konumlarını gösterdiğini de savunmuştur. Bu inancında yalnız değildi. Saygın bilim dergisi Nature'ın Ekim 1963 sayısında yayınlanan makalesinde, Profesör Gerald Hawkins, Stonehenge'de güneş ve ay konumlarına ait göstergeler olduğuna dair bilgisayar hesaplamaları yapmış, hatta buradakilerin Heel Stone'daki ünlü yazdönümü güneş doğumundan daha önemli olduğunu söylemiştir.

Stonehenge'de 1996'da yapılan radyokarbon çalışması, bu yapının inşaatının başlangıcının M.Ö. 2950'lerde başladığını göstermiştir. Buna bir set ve kanaldan oluşan dairenin inşaatı ile pek bilinmeyen adıyla İstasyon Taş Dikdörtgeni denen dört taşın dikdörtgen biçiminde dizilmesi de dahildi. Bu sıradan bir dikdörtgen değildi. Dikkatle planlanarak yerleştirilmiş bu taşlar, yaz dönümünde güneş doğumunu ve kışdönümünde güneş batışını (yani Şubat ve Mayıs aylarının ilk çeyrekleri) gösterecek şekilde konumlanmıştır. Buna ek olarak (ve en az aynı derecede önemli) 18.61 yıllık aydönümünde ayın doğuşunun ve batışının da sıradışı konumlarını işaret etmektedir.

Ay, Güneş'in aksine Dünya'dan göründüğü gibi gökyüzünde düz bir çizgi izleyerek hareket etmez. Doğuş ve batış konumları mevsimler boyunca değişerek 18.61 yılda tamamlanan bir daire izler. Bu daire ayın doğuş ve batış konumlarında sıradışı değişimler yapar ve İstasyon Taş Dikdörtgeni'nin gösterdiği de bunlardır.
1 | 2 | 3

BİR DAİRENİN PARÇALARI - 3

Hiç yorum yok :
Gelin burada biraz duralım ve Stonehenge'in diğer megalitik taşları yanında fazla dikkat çekmeyen ama son derece düzgün bir dikdörtgen konumunda yerleştirilmiş bu dört taş üzerinde biraz düşünelim. Stonehenge'e dik olarak baktığınızda bu dört işaret taşı ay ve güneş hareketlerini tam olarak gösterirken kesin bir dikdörtgen oluşturmaktadır.

Birkaç mil güneye ya da kuzeye hareket ettiğinizde, dikdörtgen dört köşesinde birden düzgün bir biçimde simetrik olarak değişmekte ve bir paralelkenar oluşturmaktadır. Dahası, dikdörtgen yine 5:12.13 oranlı bir Pisagor üçgenine dayanmaktadır. Bu önemli nokta, Robin Heath'in A Key To Stonehenge (Stonehenge'in Anahtarı) adlı kitabında gösterilmiştir.

İşte 5000 yıl önceki kültürel sıçramanın başlarında yerleştirilmiş bu dört küçük taş, Stonehenge kompleksinin ilk kısmını yapan mühendisler hakkında bize çok şey söylemektedir:

1) Bu insanların geometri prensiplerini çok iyi anlayarak yan ve dik kenarlarda düzgün orantılar kurdukları bir dikdörtgeni toprağın üzerinde oluşturabildikleri.

2) Kuşaktan kuşağa bilgi geçirme yetenekleri sayesinde ayın l S.61 yıllık hareketini gözlemleyebildiklerini.

3) Gündönümlerinde güneşin doğuşunu ve batışını son derece dikkatli bir şekilde gözlemleyebildiklerini.

4) 2. ve 3. maddedeki bilgileri 1. maddede verilenleri ortaya koymalarını mümkün kılacak şekilde birleştirebilmeleri.

Stonehenge'in kurulduğu yer, aynı zamanda Clearbury Ring, Salisbury Katedrali ve Old Sarum'dan geçen hattın da üzerindedir. Bütün bunlar, yüksek bir bilgi ve çok gelişmiş matematik, astronomi ve gözlem becerileri bulunduğunu göstermektedir; bunlar, ilkel bir kültürde olması düşünülemeyecek şeylerdir.

Stonehenge'de elde edilen kanıtlar, Thom'un megalitik insanların yüksek geometri ve astronomi bilgisine sahip oldukları varsayımını desteklemektedir. Ayrıca, ülke üzerindeki taş dairelerinin gökyüzünü gözlemlemek için birer araç olduğuna dair önemli kanıtlar da vardır.

Megalitik Metre

Thom tarafından ortaya atılan diğer bir ürkütücü iddia da, adına Megalitik Metre dediği ve 0.829 metreye denk gelen bir ölçü birimiydi. Bu ölçünün anlamı, iki kol yanlara açıldığında yaklaşık olarak parmak uçlarıyla göğüs ortası arasındaki uzaklıktır. Bu doğal bir durum gibi görülebilir ama aynı zamanda Dünya'nın ekvator çizgisine dayanan güçlü bir kanıt göstermektedir.

Thom'un güçlü yöntemlerini kabul etmenin yanı sıra, birçok arkeolog onun bulgularını sorguladı. Doğrusunu söylemek gerekirse, İngiltere Adalan'ndaki megalitik insanlar yüksek seviyeli bir sosyal düzen izliyorlardı. Thom'un bulguları, güneyde Cornwall'dan batıda İrlanda'ya, kuzeyde Orkney ve Shetland'a kadar fikir ve ölçümlerin yayıldığı sürekli bir kültür olduğunu gösteriyordu. Kavramlar kuşaktan kuşağa aktarılıyor, böylelikle hem sadeleştinliyor hem de geliştiriliyordu. Bunun en genel yolu da, birçok gelişmiş uygarlıkta olduğu gibi yazıydı. Ancak bu döneme ait herhangi bir yazılı kanıta raslanmamıştır.

Bu süreklilik, öncelikle nispeten huzurlu ve sağlam bir toplum varsa mümkün olabilirdi. Ama bu durum, arkeolojik bulgulara uymamaktadır. Dikkatli yapılmış araştırmalar ve incelemeler, bazen şiddet dolu ve yarı yarıya barbarca bir varoluşu göstermektedir.

Ancak, Alexander Thoın'un taş daireleri incelemelerinde bulduğu kanıtlar ve Gerald Hawkins'in Stonehenge üzerine yaptığı bilgisayar analizleri, dairesel kalıp keşfime uymaktadır. Dairenin MÖ. 3000 yıllarında İngiltere'de varolan kültürün özgün bir parçası olduğu açıktır. Stonehenge'in karmaşıklığı, astronomi, mühendislik ve geometri alanında ileri bilgilere sahip insanlara işaret etmektedir. Bu insanlar acaba gözlem yapmak ve Marlborough Downs kalıplarını oluşturmak için hevese de sahip miydiler acaba?

Bu kavramların hepsini açıklığa kavuşturmak için Neolitik Çağ'da ve Bronz Çağı'nın başlarında bu adalarda yaşayan insanlar ve bunların Dünya'nın farklı yerlerindeki kültürlerle olan bağları hakkında inceleme yapmamız gereklidir.
1 | 2 | 3

GİZEMLİ HATLAR - 1

2 yorum :
1975 yazının bir günü, hayatımı değiştiren ve beni inanılmaz bir maceranın içine çeken bir keşif yaptım. Bu keşif beni Glastonbury, Stonehenge ve Avebury'ye götürdü; ve Mısır'daki Büyük Keops Piramidi'ne. Yolculuğum beni zamanın derinliklerine sürükleyerek antik mitleri ve özellikle efsanevi Atlantis gibi kayıp uygarlıkları araştırmaya yönlendirdi. Bir labirentin içinde dolaşır gibi birçok yanlış yola ve çıkmaz koridora saptım; ancak, yolculuğum beni antik çağlar ve 5000 yıldan uzun bir süre önce İngiltere'de yaşamış olan gizemli insanlar hakkında araştırma yapmaya daima zorladı.

Keşfimin başlarında İngiltere'deki Cotswold Hills yakınlarında küçük ve sevimli bir Georgian kasabası olan Cheltenham'da yaşıyor, mimarlık ve planlama danışmanlığı yapıyordum. İşim, sık sık kasaba dışına çıkarak eski kiliseleri ve arkeolojik yerleri ziyaret etmeme fırsat veriyordu. Mesleğim, değişik ölçeklerde birçok harita kullanmamı da gerektiriyordu. Haritaları öğrencilik yıllarımdan ben heyecan verici bulurum zaten. Yine bir gün, Avebury'deki anıt eserlerin bulunduğu ordu haritasına .bakarken, tamamıyla olanaksız gibi görünen bir şey gördüm. Beni şaşırtan bir şey. Araştırmam gerektiğini bildiğim bir şey.

Harita, arazi üzerinde bulunan şeylerin iki boyutlu resimlerini ve bilgilerini içeriyordu. Farklı ölçeklerde haritalar, farklı boyutlarda bilgiler sunar; bütün dünyayı gösteren bir haritada ancak en genel özellikler gösterilebilirken, küçük bir bölgeyi gösteren bir haritada detaylı bilgiler bulabilirsiniz. Farklı ölçeklerde haritalara bakmak, üç boyutlu bir nesnenin giderek daha detaylı hale gelen yakınlaştırılmış görüntülerine bakmaya benzer.

Yüzeyleri düz olduğu için, haritalarda arazinin kıvrımlarının gösterilmesi gerekir. Ama yine de dağlar ve vadiler sanki aynı seviyedeymiş gibi görünür. Örneğin tepelerin bulunduğu bir bölgede yürümek, haritada gösterildiğinden farklı görüntüler ve etkiler ortaya çıkaracaktır.

Kullandığım 1:50.000 ölçekli harita, yaklaşık 160 kilometrekarelik bir alanı gösteriyordu. Swindon ve Devizes bölgelerini gösteren bu harita, araştırmamın başladığı nokta oldu diyebilirim. Gösterdiği Wiltshire bölgesi arkeolojik yerlerle doludur; çok sayıda gömülü höyükler, taş daireleri, dikilitaşlar ve benzeri diğer antik yerlerle. Ziyaretçilerin gezebileceği birçok yer vardır. Ama haritayı öylesine incelemiyordum. Harita üzerinde, kiliseler veya antik yerlerin bulundukları noktalar arasında bağlantılar bulup bulamayacağıma bakıyordum.

Bölgesel Bağlantılar ve Hatlar

Ülke üzerindeki tarihi ve tarih öncesi çağlara ait yerlerin düz bir çizgi üzerinde dizilmiş oldukları, ilk olarak ondokuzuncu yüzyılda farkedilmiştir. Ama Alfred Watkins'in 1925'de yayınlanan The Old Straight Track (Eski Düz Çizgi) adlı kitabı, bu bilgileri daha geniş kitlelere yaydı. Watkins, tarih öncesi yapılar, dikilitaşlar, taş daireler, ortaçağ kiliseleri ve benzeri yerler arasında belli bağlantılar olduğunu keşfetmişti. Genellikle kilometrelerce uzunluğundaki bu bağlantılara "Hatlar" dedi.

Watkins, Wales ve İngiltere'nin birçok yerinde bu hatların varolduğuna dair kanıtlar sundu. Onun zamanından bu yana, diğer araştırmacılar da bunları doğruladılar ve İrlanda'yı da kaplayan yeni hatlar keşfettiler. Aslında, Dünya'nın başka yerlerinde de böyle benzer fenomen hatlar bulunmaktadır; Peru'daki ünlü Nazca çizgileri ve New Mexico'da bulunan Chaco Kanyonu'ndaki Pueblo Alto'da olduğu gibi.

Tipik Watkins hatlarından birine örnek olarak, Malvern Tepeleri'ndeki Clutter's Mağarası'ndan eski Abbey Dore Kilisesi'ne uzanan 38 kilometreyi aşkın uzunluktaki çizgiyi verebiliriz. Bu hat üzerinde mağaranın hemen altındaki antik taş Shew Stone ve Woolhope, Holme Lacy ve Aconbury kiliseleri vardır. Bu hat aynı zamanda Aconbury Camp Tepesi'ni en yüksek noktasından geçerek Abbey Dore Kilisesi'ne ulaşmadan önce St. Devereux'deki ortaçağ şatosunu da kesmektedir.

Watkins, bu hatın bir yaz gününde Shew Stone'dan bakıldığında güneşin Malvern Tepeleri'nin üzerinde yükseldiği noktaya uzandığını söylemektedir. Malvern civarında saatler boyunca yürüyüş yaparsanız, bu güzel tepelerin yakınlarında daha birçok hat bulunduğunu düşünmek zor değildir.

Bu örnekteki ve diğer Watkins hatlarındaki anahtar nokta, anıtların genellikle binlerce yıllık aralarla farklı zaman dilimlerinde inşa edilmiş olmalarıdır. Aconbury'deki Demir Çağı'na ait yapıyla onbirinci ve onikinci yüzyıllarda yapılmış olan Woolhope, Holme Lacy ve Aconbury arasında en azından bin yıllık bir zaman farkı vardır. Gerçekten de, Hıristiyanlık İngiltere sahillerine ilk megalitik yapılardan 4000 yıldan uzun bir süre sonra gelmiştir.

Watkins, antik anıların ay ve güneş veya diğer çok sayıdaki antik yerlerle bir çizgi izlediğini söyleyen ilk kişi değildi. 1900'lerin başlarında Sir Norman Lockyer da dünyanın değişik yerlerindeki antik yapılan incelemişti. Stonehenge and Other British Stone Monuments Astronomically Considered (Stonhenge ve Diğer İngiliz Taş Yapılarına Astronomik Yaklaşım) adlı kitabında (1909'da basılan yenilenmiş versiyon), Stonehenge, Old Sarum, Salisbury Katedrali ve Clearbury Halkası arasındaki çizgiyi göstermiştir.

Ayrıca Grovely Şatosu'nun Stonehenge ve Old Sanım yamacıyla nasıl bir eşkenar üçgen oluşturduğunu da sergilemektedir. Bu yerler arasındaki mesafe yaklaşık 9.6 km.'dir (6 mil). Araştırmalarıma göre, bu mesafenin büyük bir önemi vardır.
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ HATLAR - 2

Hiç yorum yok :
Watkins, keşiflerinden bir anlam çıkarmaya çalışırken, tarihöncesi insanların tam olarak açıklanamayan bir nedenle dikilitaşların ve diğer antik anıtların bulunduğu yerlerle yerleşim bölgeleri arasında dik çizgiler oluşturduğunu farketmiştir. Watkins bu hatların kendi hayalgücünün ürünleri olmadığına dair çok sayıda güçlü kanıtlar göstermesine karşın, Ortodoks arkeologları onun bu düşüncelerine pek itibar etmediler. Çünkü hatlar onların Neolitik ve Bronz Çağı kültürlerine ait tahminlerine uymuyordu.

Ayrıca Hıristiyanların Pagan yapılarını ele geçirdikleri teorisine de inanmadılar. Ancak kitabı toplumun oldukça büyük ilgisini çekti ve 1920'lerin sonları ile 1930'ların başlarında hatların peşine düşen insanların sayısı artarak Old Straight Track Club'ın (Eski Düz Çizgi Kulübü) kolları giderek genişledi. En çok sorulan soru, bu hatların bilinçli bir şekilde mi yaratıldığı, yoksa şans eseri mi ortaya çıktığıydı. Son yıllarda istatistikçiler bu soruyu analiz etmek için birçok matematik modeli oluşturdu ama yine de jüriyi ikna edemediler. Bazı çizgiler muhtemelen şans eseri olmanın ötesindeydi ama hatların bilinçli olarak yaratıldığına dair yeterli sayıda kanıt bulunamadı.

Watkins'in teorisindeki en inanılmaz yönlerden biri de, bu hatların geçtiği yerlerin yeryüzü şekillerinden dolayı kolay ulaşılır olmadığıydı. Böyle kavramlar, Ortodoks arkeologlarının geçmişteki görüşlerine yine uymuyordu. İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, hatlara duyulan ilgiyi söndürdü. 1960'ların sonlarında Beatles hayranları ve çiçek çocukları hippiler yeryüzü şekillerinin gizemlerine ilgi duyana kadar da tekrar ortaya çıkmadı. Watkins'in çalışması bu dönemde yeniden keşfedilmişti.

John Michell, 1969'da yayınladığı View Over Atlantis (Atlantis'e Bakış) adili kitabında Watkins'in teorilerini bir adım öteye götürerek bu hatlarda gizli ama algılanamayan bazı doğaüstü enerjiler bulunduğunu savundu. Hatların biçimlerini antik Çin düşüncesi Feng Shui (Fang Şuay şeklinde okunur. Ç.N.) ile birleştirdi; buna göre binaların bulunduğu yerler ve yerleşim yerleri oluşturulurken, yeryüzünden kaynaklanan Chi enerjisinin dengelenmesi düşünülmüştü. Ben de dahil olmak üzere birçok kişi, özellikle bazı anahtar hatların böyle bir "güç" ya da "atmosfer"e sahip olduğuna inandı.

Modern Hat Araştırmaları

Modern hat araştırmaları günümüzde iki ayrı grupta toplanmaktadır; bu hatların doğaüstü bir oluşum olduğuna inananlar ve sadece hatların geçtiği yerleri inceleyenler.

Ley Hunter (Hat Avcısı) adlı derginin eski yayın yönetmeni Paul Devereux'yu izleyen ikinci gruptaki kişiler, hatların dini fenomenler olduğuna inanarak kendilerini her türlü enerji kavramından uzaklaştırmışlardır. Ama birkaç megalitik yapının bulunduğu Birleşmiş Milletler'de hatlar yeryüzünü kesen enerji bantları olarak görülmektedir. Ancak İngiltere'de hatlar hakkında yazılanları okuyan birçoklarının da bunları enerji kanalları olarak gördüğünü söylemek yanlış olmaz.

Ortodoks arkeologları ve hatlara inanan grup arasındaki bu fikir ayrılığı çok büyük bir boyuta ulaşmıştır. Bu kitabı yazmaktaki amaçlarımdan biri, iki grup arasındaki fikir ayrılığına bir çözüm getirmeye çalışmaktı.

Michell'in çalışmasını okuduğumda, hatlar hakkındaki merakım körüklendi. Zira diğer ilgi alanlarıma da mükemmelen uyuyordu; megalitik yerler ve haritalar. Ve 1970'lerin ortalarında Cotswold'a yaptığım iş gezilerinde de bu eğlencemi tatmin etme imkanı buldum. Haritalarım kısa süre içinde kiliseleri, manastırları ve dikilitaşları birleştirerek karmaşık bir olası hat yığını oluşturan kalem çizikleriyle doldu.

Bu harita çalışmalarım, beni hatların anahtar noktaları olarak tanımlanan yerleri ziyaret etmeye sürükledi; kiliseler, dikilitaşlar, antik gömülü höyükler ve bazen birçok hattın kesiştiği noktalar. Bu geziler sırasında bazı yerlerin gerçekten de güçlü bir "atmosfer"e sahip olduğunu farkettim. Bunu özellikle kollarım ve ensemde odaklanan karıncalanmalar şeklinde algılıyordum. Böyle yerlerden birinde dolaşırken bu duyguyu algılarsam, nerede başladığını hemen not ediyordum. Sopayla su arama konusunda çok şey okumuştum ve kendim bu tür bir araç kullanmamama karşın vücudumda benzer bir deneyim yaşadığımı tahmin ediyorum.

Bu tür duyumsamalar benim için yeni değildi. Bunu birçok farklı bağlamda daha önce de yaşamıştım. Uzun yıllar boyunca ruhsal tedaviyle ilgilenmiştim. 1970'lerin ortalarında bu tür düşüncelere pek itibar edilmiyordu ama son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda tıp doktorları dahil olmak üzere birçok kimse bu tür tedaviye inanmaya başladı.
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ HATLAR - 3

Hiç yorum yok :
Belli yerleri ziyaret ederken hissettiğim karıncalanma, bu tedaviyi uygularken hissettiklerime benziyordu; ama tedavilerde bu duygu genellikle el ve ayaklarımda odaklanırdı. Benzer deneyimi yaşamış tanıdığım birçok ruhsal doktor, bu karıncalanmanın hasta ile doktor arasındaki "psişik" enerji akışından kaynaklandığım savunmaktadır. Birçok farklı hat noktasında yaptığım incelemelerde, buralarda bir tür "iyileştirici güç" veya psişik enerjinin ortaya çıktığını gördüm.

Bazı şüpheciler kendilerine göre haklı nedenlerle bunun tamamen hayali bir fenomen ya da öyle inanıldığı için deneyimlenen bir şey olduğunu söyleyebilirler. Bu olasılığa karşı çok dikkatliydim. Ama zaman içinde gördüğüm kanıtlar, durumun böyle olmadığını gösterdi. Averbury ve Stonehenge gibi bazı kutsal yerlerde insan bilinci tarafından algılanabilecek bağımsız bir enerjinin varolduğuna kesin olarak inandım.

Ziyaret ettiğim her yerde bu tür bir duygu ya da "atmosfer" yoktu ve bazı kiliselerde en güçlü etki kilisenin içinden değil, çevresinden geliyordu. Böyle güçlü etkileri algıladığım yerleri harita üzerinde işaretlemeye karar verdim. Bunu yaparken, ilginç bir keşifte bulundum; diğerlerinin altı çizilmişken, birçok olası hat işaretlenmemişti. Bunları daha fazla incelemeye karar verdim.

Bredon Tepeleri Hatları

İlk araştırmalarım Worcestershire'daki Bredon Tepeleri'nde odaklanmıştı ve burada çok sayıda, kilise bulunmaktadır. Bir kalıp yavaş yavaş oluşmaya başladı. Uzaklıklar belli bir düzen izliyordu. 30, 60 ve 90 derecelik açılar sürekli tekrarlanıyordu. Bu teori gözönüne alındığında, bazı hatların belli bir düzene göre dizildiği kesindi. Gözüme çarpmaya başlayan noktalar ve hatlar, ne Watkins'in ne de diğer araştırmacıların çalışmalarında yer almıyordu. Bu, okuduğum her şeyin dışında kalan bir durumdu. Ümitlendirici bir gizemdi. Anlamam ve açıklamam gereken başka bir şey.

1975 yazının o unutulmaz gününde, herhangi bir hat bulup bulmadığımı anlamak için Avebury bölgesinin haritasını inceliyordum. Bu bölge, Marlborough Downs'ın kıyısmdaydı. Burada geniş tarlalar ve birkaç kilise vardı. Son yıllarda bölge, en muhteşem kalıpların Avebury'nin kendi içinde oluştuğu özellikle mısır daireleri yüzünden çok iyi tanınmıştı. Ama 1975, mısır dairelerinden çok önceydi. Hatlar için harita üzerinde çalışırken Avebury'nin kuzeyinde yer alan Winterboıırne Monkton, Berwick Bassett, Winterbourne Bassett ve Broad Hinton köylerindeki kiliseler dikkatimi çekmişti. Bu dört kilise ve Avebury ile olan bağlantıları bana ilginç gelmişti.

Avebury

Avebury dairesi, Stonehenge kadar iyi bilinmemesine karşın daha ünlü kuzeninin boyut ve yapı olarak cüceleşmış hali olarak algılanabilir. 1665 yıllarında yazmış olan antik bilimci John Aubrey, Avebury için "bir katedralle karşılaştırıldığında köy kilisesi neyse, Stonhenge'in yanında Avebury de öyledir" demiştir. M.Ö.2700 yıllarında inşa edilmiş olan bu yer, yaklaşık 11.53 hektarlık bir alanı kaplar ve çapı çeyrek mildir; etrafına tekinin ağırlığı doksan tona yaklaşan Sarsen taşları dizilmiştir.

Sarsen, Wiltshire bölgesinde raslanan, kaya blokları ve geniş kütleler şeklinde görülen taşlardır. Avebury daireleri ve caddelerinde 600'ün üzerinde büyük taşlar vardı. Ama şimdi sadece birkaçı kaldı. Modern yapılanma Avebury'nin orijinal görkeminin yerini alan bir şeyler koydu ama kayıp taşlara rağmen hâlâ görülmeye değer etkileyici bir yerdir.

Böyle taş daireler İngiltere'nin hemen her yerine dağılmış olmasına karşın, genellikle ülkenin batı tarafında yer almaktadırlar. İlki yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında inşa edilmiştir. İçinde etrafında hendekler bulunan dairesel setler vardır ve bunlar da savunma amacı yönünden yararsız kılmaktadırlar. Bu yüzden dini amaçla inşa edilmiş olmaları daha muhtemeldir.

Çoğu durumlarda set ve hendek birkaç fitten yüksek olmaz. Ama hâlâ yeryüzü şekilleriyle ünlü Avebury'de hendeğin derinliği yaklaşık 10 metre civarındadır ve set de yaklaşık 6 metre yüksekliğindedir. Aubrey Burl, Prehistoric Avebury adlı kitabında hendekten 90.000 metreküp toprak kazıldığını tahmin etmiştir ki, bunun da anlamı hendeğin genişliğinin bir kilometreden fazla olduğudur. Bu, M.Ö. 2494-2345 yılları arasında Mısır'da 5. Hanedanlık firavunlarının yaptırdığı piramitlerin hacmi kadardır; Avebury'deki dairenin yapıldığı zamanlara yakın.

Hesaplamalara göre Avebury'deki sadece set ve hendeğin yapımı için 250 kişinin en az yirmi yıl çalışmışlardır. Bu, o zamanlarda bölgede yaşadığı tahmin edilen küçük topluluklar için çok önemli bir rakamdır.
1 | 2 | 3 | 4

GİZEMLİ HATLAR - 4

Hiç yorum yok :
Sarsen taşlarının dikilmesinin de aynı şekilde gerçekleştiği sanılmaktadır. Bu dev taşlar dikilmeden önce kilometrelerce uzaklıktan çekilmiş olmalılar. 1934'de, deneyimli bir usta ve oniki işçi, nispeten ufak olan sekiz ton ağırlığındaki bir taşı, büyük dairenin üzerinde bulunan iki caddeden birinin başına diktiler. Bu, tam beş gün sürdü.

Avebury'deki yapı tamamlandığında, İngiltere'deki en önemli megalitik yapılardan biri oldu ve bugüne kadar geldi. Farklı mevsimlerin çeşitli zamanlarında o gizemli yerde durdum ve orada algıladığım atmosferden dolayı bedenimde oluşan karıncalanmayı hissettim. Dev Sarsen taşlarından birine yaslandım ve onu oraya kimlerin diktiğini düşündüm. Amacı neydi? Güçlü bir nedenleri yoksa, onu dikmek için neden o kadar zaman ve emek harcamışlardı? Bu yerde açığa çıkmayı bekleyen nasıl sırlar vardı?

Kiliseler ve Avebury

Harita üzerinde hat avcılığı yapmak, zaman, zihinsel çaba ve deneyim gerektirir. 1975 yılının o gününde, elimde cetvel, kalem ve önümde haritayla birlikte masamın başında oturmuş, Winterbourne Monkton, Berwick Bassett, Winterbourne Bassett, Broad Hinton'daki kiliseler ve Avebury arasında nasıl bir bağlantı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Düz bir hat bulma çabalarım tatmin edici sonuçlar vermedi. Ama bulundukları yerlerle ilgili birs şey beni rahatsız ediyordu. Daha çok baktıkça, bir dairenin kavisi üzerinde dizilmiş oldukları izlenimi güçleniyordu. Bu olabilir miydi? Peki ya hangi amaçla?

Hatlar, kelimenin tam anlamıyla, düzdür. Dairesel yeryüzü şekillerinin varolabileceğin! hiç düşünmemiştim. Ancak, merak ya da kapris diyelim, bir aydıngerin üzerine daire çizmeye ve bununla kontrol etmeye karar verdim. Çizdiğim dairenin boyutları keyfi değil, akıllıca tahminlere ve o zamanki araştırmalarıma dayanıyordu. Yarıçapı, Sir Norman Lockyer'ın Stonehenge, Old Saram ve Grovely Şatosu üçgeninde bulduğuyla aynı boyda olan 9.6 kilometre altındaydı.

Ancak bulduğum şey beni hayretler içinde bıraktı. İlk denememde boğayı iki gözünün arasından vurmuşa benziyordum. Daire yalnızca dört kilise ve Avebury dairesinden geçmekle kalmıyor, 60 kilometrelik (37 mil) çevre çizgisi on tane daha önemli yapıdan geçiyordu. East Kennett 'long barrow'unun (bundan sonra 'uzun höyük' olarak anılacaktır) (barrow: Büyük Britanya'da tarihten önceki devirlerde yaşamış olan kişilerin mezarlarının bulunduğu tepe) ekseni bile dairenin kenarı boyunca uzanıyordu. Bu yapılar düz bir çizgi üzerinde uzanıyorsa, bir hat oluşturdukları şüphesizdi. Ancak bugüne kadar onbeş yerden birden geçecek kadar uzun bir hattı ne buldum ne de duydum.

Matematiksel olarak, düz bir çizgi üzerinde olmayan üç nokta içinde daire çizilebilir. Teorik olarak, 9.6 kilometrelik yarıçapa sahip bir dairenin çevre çizgisi üzerinde sekiz-on tesadüfi noktanın düşme ihtimali de istatistik olarak vardır. Ancak noktaların sayısı artarsa, bunun şans eseri ortaya çıkma olasılığı giderek azalır.

Ancak 9.6 kilometrelik yarıçaplı bir dairenin çevre çizgisi üzerinde onbeş noktanın bulunmasının şanseseri gerçekleşmesi imkansız değildir. Ayrıca, geniş bir arazi üzerinde yeralan 60 kilometrelik (37 mil) düz bir çizginin oluşturulması da 'siting poles' kullanmak ve biraz yaratıcılık sayesinde mümkün olabilir. Ama bu kadar geniş bir daire yaratmak çok daha karmaşık bir iştir. En azından matematik prensipleri konusunda çok daha derin bir anlayış ve çok daha ileri gözlem teknikleri gerektiril.

Birkaç fıtlik çapla yerde küçük bir daire çizmek kolaydır. Sırıklar ve bir parça sicimden başka bir şeye ihtiyaç duymadan bunu yapabilirsiniz. Ama çapı neredeyse 19.3 kilometre (12 mil) olan bir daire yaratmak, en modern gözlemcileri bile zorlayacak bir iştir. Ama öyle ya da böyle, haritanın üzerindeki bu boyutta bir daire bana bakıyordu.

Bu keşif yavaş yavaş zihnime yayılırken, hayretim yerini neşeye ve coşkuya bıraktı. Basit araçlar ve basit gözlem teknikleri kullanarak düz hatlar oluşturmak ilkel insanlar için oldukça mümkün görünebilir. Ama bu boyutta bir daire çizmek, tamamen farklı bir konudur. Fakat karşımızda böyle bir gerçek varsa sadece tek bir sonuca varabiliriz; en azından 5000 yıl önce, İngiltere Adaları'rında yaşayan son derece gelişmiş bir uygarlık vardı.
1 | 2 | 3 | 4

Antik Bilgelik

5 yorum :
Hakikat tüm eski toplumların mitolojilerinde ve dinleri­nin temelinde yer almaktadır. Ancak onu bulup oıtaya çıkart­mak hem çok zor, hem de çok kolaydır. Bu zorluk ya da kolaylığı belirleyen ise "Ezoterik Bilgiler"dir. Bu geçmişte de böyleydi, günümüzde de böyle... Bu püf noktasından haberdar olamayanlar ise, büyük bir panikle nehrin kıyısında, bir aşağı bir yukarı koşuşup dunnakta ancak bir türlü nehrin karşı kıyısına geçmeyi başaramamanın sıkıntı­sı içinde bocalamaktadır.

Mayalar'ın günümüzden binlerce yıl önce verdikleri kri­tik tarihe doğru hızla yaklaşılmakta ve hem fiziksel, hem de ruhsal değişimin sancıları artmaktadır. Önümüzde hayli önemli günler bulunmaktadır... Ezoterik Alfabe'nin getirdiği kolaylıktan yararlanarak, gelecek günle­re kendimizi daha kolay hazırlayabiliriz. Sadece gelecek gün­lere değil, içinde yaşadığımız günlere de ışık tutabilecek bu ''Ezoterik Lisan"ı bir an önce kavramakta büyük yarar vardır. Çünkü zorluk, "Ezoterik Alfabe"yi bilmeyenler için hâ­lâ dimdik karşılarında durmaktadır Ve şunu özellikle altını çi­zerek belirtmek istiyorum ki, Ezoterik Alfabe'yle konuşmayı ve anlaşmayı başaramadığımız müddetçe, ne antik devirlere ait dinlerin, ne de Semavi Dinler olarak isimlendirilen Orta­doğu'ya inen dinlerin gerçeği anlaşılamaz. Günümüz dini inançlarının temel prensipleri ve dinlerin gerçeği ancak ve ancak Ezoterik Alfabe ile bir anlam kazanabilir.

Bu böyle olmasaydı, sorarım sizlere; o zaman Tasavvufi Çalışmalar ortaya çıkar mıydı? Neden Tasavvuf vardı? Eğer her şey göründüğü gibi idiyse, görünen neden insanlara yet­medi de, görünenin ardındaki görünmeyen Ezoterik Prensip­lere ulaşılmaya çalışıldı. Tabii şunu da söylemek gerekir ki, bu ihtiyaç o devirde de bu devirde de, herkese ait bir ihtiyaç değildi. Çünkü görünenle yetinenler, her şeyi görünenden ibaret zannettiği için onlara her şey o kadar basitti ki!...

Evet... Onlar için her şey görünenden ibaretti. Ama her şeyin bu kadar basit olmadığını farkedenler, tarihin her döne­minde çıkmış ve o büyük ''Ezoterik Bilgelik Zincirleri"nin halkalarına katılmaya gayret etmişlerdir. Bu zincire katılma gayretleri de tüm inisiyatik çalışmaların temellerini oluştur­muştur.

Cevap Geçmişte mi Gizli?...

Ezoterik Alfabe'nin izleri tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanmaktadır, işte bu nedenle eskinin anısını günümüz anlayışıyla ele almaya çalışıyoruz. Ancak günümüzün değişen fiziksel, ruhsal ve kozmik şartları gereği artık eski dönemlerde olduğu gibi özel olarak oluşturulan çalışma merkezleri ile gerçekleştirilen eğitim sis­temi, yerini bireysel tnisiyasyona devretmiş bulunmaktadır. Bu nedenle de artık bu tür merkezler bulunmamaktadır. Mer­kez artık her bir bireyin gönlünde oluşmaya başlamış ve bu merkezlerin sayısı da her geçen gün katlanarak artmaktadır. Bizim burada sizlere eskiyi hatırlatmaktan maksadımız, geleceği daha kapsamlı olarak yorumlayabilmek içindir. Geç­miş dönemlerdeki inisiyatik çalışmalarda insanlara aktarılan sırları gün ışığına çıkartmak, gelecekte bizlere çok büyük ko­laylıklar sağlayacaktır.

Şunu asla unutmayın ki, bu sırlara gelecekte de çok ihtiyacımız olacak. Değişen sadece bu sırların aktarılış şek­lidir. Sırlar geçmişte neyse bugün de aynıdır. Gelecekte orta­ya çıkacak sırların kökenleri de yine o eski hatıraların arasın­da saklıdır. Yani aynen bir zamanlar İsa Peygamber'in dediği şu söz­lerde olduğu gibi:

Şakirtleri isa'ya dediler;

Sonumuz nasıl olacak söyle bize?

Isa dedi:

Sonu aradığınıza göre
başlangıcın perdesini mi açtınız?
Çünkü başlangıç nerede ise,
son orada olacak.
Mesut o kimsedir ki başlangıçta duracak
ve sonu bilecek
ve ölümü tatmayacak.

Kuşkusuz ki bu sözlerin altında yalan sırrı ortaya koyabil­mek için birçok bilgiyi bir araya getirmek gerekir. Biz şu an­da bu gizli sözlerin ayrıntılı yorumuna girmeyelim ama şunu da unutmayalım ki, geçmişin ezoterik bilgileri olmaksızın geleceğin ezoterik bilgilerini anlayabilmek oldukça zor olacak­tır.

"Eskilerin bizim şu an bilmediğimiz bazı sırlara vakıf olduklarını kabul etmek zorundayız." diyen Einstein'ı da burada bir kez daha anarak, ''Antik Mısır Sırları"nın derinliklerine doğru ellerimizi uzatmaya başlayalım...

Sırlar Dünyası'na Yolculuk...

Bir zamanlar Ezoterik Kültür'ün en önde gelen kalelerin­den biri oan Antik Mısır, Dünya Coğrafyası'nın en gizemli köşelerinden biridir. Dünya Tarihi'nin en gizli kalmış sırları da buradadır.

Burada yaşananlar, sadece Dünya Tarihi'nin değil, Din­ler Tarihi'nin de en büyük sırlarını oluşturur... Bir zamanlar "Sırlar Dünyası"na bu kapıdan girilirdi. Az sonra biz de öyle yapacağız ve Mısır Mabetleri'nin içine gire­rek, sırlar dünyasının kapısını hep birlikte aralamaya çalışaca­ğız... Ancak bundan önce, Mısır'ın Bilinmeyen Tarihi'ni kısa­ca ele alacağız...