Bir zamanlar Mısır'da yaşananlar dünya tarihinin en gizli kalmış konularından biridir Ve bir zamanlar burada yaşananların büyük bir bölümü günümüzde hâlâ gizliliğini korumaya devam etmektedir O dönemlerde mabetlerden dışarıya sızdırılmamaya özen gösterilen sırlar o denli iyi muhafaza edilmiştir ki, bazı filozof ve peygamberlerin bu merkezlerde yetiştirildikleri bile açıkça insanlık tarihinde yer bulamamıştır.
înisiyeler için bir zamanlar yeryüzünü aydınlatmış olan "Osirisin Işığı" bugün terkedilmiş mabetlerde artık sönmüş durumdadır Thot'un binlerce yıl öncesinden söylemiş olduğu kehanet niteliğindeki şu sözleri, bugün tam anlamıyla gerçek
leşmiş bulunmaktadır:

Evet... Taşlara oyulmuş bir tarih... Bu taş sayfaların üzerine işlenmiş hiyeroglifler arkeologlar ve tarihçilerce bugün çözümlenebilmiştir. Ama bütün bunlara rağmen ortada yine de önemli bir sorun kalmıştır:
Bu gizemli tarihin ve kültürün sırlarına nüfuz etmek...
Bu sır, rahiplerin ezoterik öğretilerine ilişkin bir sırdır ve bu sırları gün ışığına çıkartabilmek için Mısır İnisiyasyonu'nun gizli yolunu aydınlığa çıkartmak gerekir.
İşte bunu yapabilmek için şimdi tarihin geçmiş dönemlerine geri dönüyor ve bir zamanlar Mısır'daki mabetlerin içinde yaşananları gözümüzün önünde canlandırmaya başlıyoruz:
SIRLAR ÖĞRETİSİ'NE GİRİŞ
Tarih: M.Ö. 1300'ler... Ramses dönemi... Musa Peygamber'in de Mısır'da yaşadığı dönem, işte bu dönemdi...
Yunan kentlerinden, Trakya'dan, Anadolu'dan ve Mezopotamya'dan kopup gelen çok sayıda insan, mabetlerinin ününü duyduğu Mısır'a gelmekten kendilerini alamıyordu...
Menfis'e vardıklarında gördükleri karşısında büyülü bir dünyanın içinde kendilerini buluyorlardı. O kendine has kıyafetli insanlar, haşmetli yapılar ve halk şenlikleri onlara Mısır'ın zenginliğini ve bolluğunu göstermeye yetiyordu.
Mabedin en iç bölümünde büyük bir gizlilik içinde yapılan kutsama ayininden çıkıp, on iki Mısırlı'nın taşıdığı tahtırevanına binen Firavun'u ilgiyle seyrediyorlardı... Tahtın önünde yüıüyen bir grup rahip, altın nakışlı bir yastığın üzerine konmuş kraliyet nişanı "Koç Başlı Asa "yi taşıyorlardı. Tahtın arkasında ise, genç rahip adayları geliyordu... Önde giden rahiplerin başlarındaki beyaz taç ve göğüslerinden sarkan mükemmel bir işçilik ürünü olan koç ve aslan nişanları, onları seyredenleri adeta büyülüyordu.
Gece olunca bayraklarla donanmış sandallarda Nil'in kıyılarında yanan meşalelerin altında konser veren çalgıcı grupların eşliğinde dansözler raks etmekteydiler. Olup bitenleri hayranlıkla izleyenler bu dansın ve müziğin gizemli dünyasında farklı bir şeyler olduğunu hemen sezinliyorlardı. Dansta kesinlikle cinsellik teması değil, insanın ruhuna hitabeden öğeler olduğu derhal farkediliyordu. Mabede girmeye hak kazananlar müziğin ve dansın nasıl insanın arınmasında bir yöntem olarak kullanıldığını daha sonra anlayacaklardı. Şu anda sadece bu gizemli müziği ve gizemli dansı uzaktan seyretmekle yetinen adaylar, serin çöl akşamının sihirli dünyasına kendilerini bırakıyorlardı.
Görünüm ve atmosfer muhteşemdi... Gelenler sihirli ve büyülü bir dünyanın kendilerini içinde buluveriyorlardı. Burası gerçekten de masallar dünyasındaki büyülü bir yaşamın hüküm sürdüğü bir ülke izlenimi uyandırıyordu. Ama bütün bunlar, Mısır'ı görmeye gelmiş olan kişinin aradığı şeyler değildi... Onlar görünen büyülü atmosferin değil, mabetlerin derinliklerinde yaşanan görünmeyen büyülü dünyanın peşindeydiler.
Onca yolu aşıp buralara gelmelerinin asıl nedeni, mabetlerin derinliklerinde saklanan sırlara sahip olmaktı. Bunun hiç de kolay bir iş olmadığını ve belki de bu sırlara hiçbir zaman dokunamadan buradan gitmek zorunda kalacaklarını da biliyorlardı. Çünkü bu sırlara sahip olabilmek için çok çetin sınavlardan geçirilecekleri, kendilerine önceden söylenmişti. Niceleri gelmiş ve elleri boş dönmüştü... Mabedin kapısmdan bile içeri girememişlerdi...
- "Acaba ben mabedin kapısından içeri girebilecek miyim.'
'Peki ya mabede girdikten sonra nelerle karşı laşacağım.'
- "Ya vaz geçer de çıkmak istersem?"
İşte Nil kıyısında meşalelerin altında, müziğin eşliğinde dans edenleri seyrederken tüm bu sorular, buraya ilk kez gelenlerin zihninden garip bir kuşkuyla peş peşe akıp gidiyordu!...
Nice aday "Yoksa buraya hiç gelmemeli miydim?" diye kendi kendisine sormaktan kendisini alamıyordu... Yoksa vakit henüz erkenken buralardan çekip gitmeli miydi? Bu kadar endişeye ve kendilerini bekleyen bilinmezliğin stresine katlanmaya değer miydi? Yıllarını acaba ne uğruna harcayacaktı?...
Yıllarca kalacakları ve asla bu süre içinde mabetten dışarı çıkamayacakları, bilinmeyen bir serüvene doğru yaklaştıklarını artık daha kuvvetli hissetmeye başlamışlardı. Artık Mısır'daydılar ve sabah olunca bu yolda ilk adımı atacaklardı!...
Yaşamlarının büyük bir dönüm noktasıydı bu. Ve birçokları için artık geri dönüş yoktu...
Son Akşâm
İnisiyasyona kabul her yılın belirli dönemlerinde toplu olarak törenler eşliğinde yapıldığından, gelen adaylar önce belli bir yerde misafir ediliyor ve burada bekletiliyordu. Bu süre içinde kenti dolaşabiliyorlar ve akşam olunca da misafir edildikleri yere geri dönüyorlardı. Böylelikle Mısır'ın atmosferine yavaş yavaş ısınmaya başlıyorlardı.
İşte yine o günlerden birinin akşamıydı...
Yarın sabah inisiyasyona kabul işlemleri başlayacaktı. Bu düşünceler içinde yattıklarında "Sırlar Dünyası"na atacakları ilk adımın heyecanı herkesi kaplamıştı... Biraz da korkmadıklarını söylemek mümkün değildi... Çünkü buraya gelmeden önce sırlarla karşılaşmaya hazır olmayanların mabetlerin derinliklerinde akıllarını yitirdikleri, delirdikleri ile ilgili o kadar çok şey anlatılmıştı ki!...
Bilgiler muazzam...
YanıtlaSilinsanoglu hala tam bir bilinmez içinde geçmişin bir çok bilgisini hala tam anlamıyla açıklıyamıyoruz
YanıtlaSil