"Sayılar evrene hükmeder..."
"KutsalMatematik'' ve "Sayılar Bilimi", Fisâgor tarafından işte tek bir cümleyle böyle ifade edilmişti... Evet... Antik Yunan Kültürü dendiğinde ilk akıllara gelen isim Fisagor'dur. Fisagor gerçekten de. Yunan Kültürü'nde çok önemli bir basamak taşı oluşturmuştur. Ancak Fisagor'a gelmeden önce Yunanistan'da yaşananları kısaca hatırlayalım... Böylelikle Mısır Kültürü ile Yunan Kültürü'nün bağlantılarını çok daha iyi gözler önüne serme imkânını elde edebileceğimizi düşünüyorum...
FİSAGOR ÖNCESİ YUNANİSTAN
Dişil Ay İnisiyasyonu'nun dejenere edilmiş hali olan "Baküs" ile Eril Güneş İnisiyasyonu'nun dejenere edilmiş hali olan "Apollon" dinleri Yunanistan'da bir arada yaşatılmaklaydı.
Bunlar bir arada yaşamaktan ziyade, birbirleriyle sürekli çekişen ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan iki ayrı rahipler grubunun başını çektiği bir kaos ortamı içinde bulunmaktaydılar demek, aslında daha doğru olur.
İşte bu dönemde (M.Ö. 800 - 700) Apollon Rahipleri'nin en büyük merkezi Delf Mabedi'ydi. M.Ö. 700'lerde bu iki grup arasındaki sürtüşme ciddi kıyımlara kadar ulaşmıştı. Azınlıktaki Apollon taraftarları, çoğunluğu ellerinde bulunduran Baküs taraftarlarınca yokedilrae tehdidi altında bulunmaktaydılar. İşte bu ortamda Örfe, Delf Mabedi'nin bakire rahibelerinden birinin oğlu olarak dünyaya geldi. Bu mabbette görevli rahibelerin bakire olması zarureti vardı. Bu nedenle söz konusu rahibenin, Tanrı Apollon tarafından hamile kaldığı iddiası halk arasında dolaşmaya başlamıştı. Benzer fenomenler bilindiği gibi başka dinlerde ve başka toplumlarda da ortaya çıkmıştır.
Göksel Güçlerce hamile kalan bir bakire rahibeden doğduğu ileri sürülen Orfe'nin yaşamı tehlike altındaydı. Baküs taraftarlarının elinden kurtulmak için Örfe Yunanistan'dan kaçarak Mısır'a geldi ve Osiris Rahipleri'ne sığındı. Burada inisiye edilen ve Osiris Rahipleri arasında 20 yıl geçirerek "Sırlar Öğretisi"ni alan Orfe, Apolion Ögretisi'ni yeni baştan revize edip düzeltmek ve ona yeni bir çehre vermek göreviyle Osiris Rahipleri'nce ülkesine geri gönderildi. Mısır'a geldiği döneme kadar Yunanistan'da Apollon'un Oğlu olarak isimlendiriliyordu. Orfe ismi Mısır'daki eğitimini tamamlayıp Yunanistan'a döndüğünde kendisine verildi. Anlamı "Şifalı lşık".
Bir zamanlar Osiris'in Atlantis'te yaptığı gibi, güçlü kişiliği ve bilgeliği sayesinde kısa sürede çevresine birçok yandaş topladı. Baküs Rahipleri'nin karşısına dikilecek kadar güçlenen Orfe taraftarları, halk üzerinde pozitif yönde büyük bir etki alanı yaratmayı başardılar.
Orfe kendi ekolünü kurarken eski Yunan inançlarını reddetmedi. Eski inançlardaki Zeus, Diyonizos gibi ilâhlara ezoterik anlamlar yükleyerek Apolion Kültü'nün içinde bunları eritme ve bütünleştirme yöntemine başvurdu.
Bir zamanlar Delf Mabedi'nde yaşatılan Apolion Kültü, Örfe tarafından revize edilip dejenere olmuş yönlerinden arındırıldıktan sonra Diyonizos Kültü olarak da anılan bir ekol yine aynı mabette yaşatılmaya devam ettirildi. Böylelikle ortaya "Zeus" ve "Diyonizos Kültleri" ortaya çıktı.
Aslında Orfe'nin yaptığı yozlaşan eski inançlara ait sembollerin asıl anlamlarını kendi öğretisi içinde Yunan'a yeniden hatırlatmaktı. Örfe kendi öğretisini halka açıklarken Mısırlı rahiplerin yöntemini kullandı ve sırları perdeleyerek aktardı. Böylece Yunan Mitolojisi'nin ana öğeleri oluşmuş oldu. Ve bunu yaparken dejenere olmuş Ay İnisiyasyonu'nun bir uzantısı olan ve o dönemler Yunanistan'da hakim öğreti halinde bulunan Baküs Dini'ne karşılık Diyonizos Kültü'nü etkin kıldı.
Halk'ın Orfik Öğreti'den anladığıyla, bu öğretinin asıl sırları hiçbir zaman aynı olmadı. Zaten aynı olmamasına bizzat Örfe özen göstermişti. Çünkü Mısırlılar'ın kuralı böyleydi ve o da kayıtsız şartsız bu kurala uymak zorunluluğundaydı. O da öyle yaptı...
Orfik Öğreti'nin halka açıklanan kısmının özeti şuydu:

Kendini Bil
Bir zamanlar Delf Mabedi'nde yaşatılan Apollon Kültü, Orfe tarafından revize edilip dejenere olmuş yönlerinden arındırıldıktan sonra, Diyonizos Kültü ile birlikte yine aynı mabette yaşatılmaya devam ettirildi.
Orfe'nin Diyonizos'u inisiyeler arasında "Tanrısal Işık" olarak sembolleştirilmişti. Bu ışığa ulaşabilmek için insanın kendi içinde gizli olan bu ışığa ulaşması gerekmekteydi. Bunun yolu ise insanın kendi sırlarını tanımaktan yani kendini bilmekten geçmekteydi. Bu nedenden dolayı da mabedin kapısına iki sözcükten oluşan şifreli bir cümle yazılmıştı:
"Kendini Bil"
Daha sonraları bu söz, Sufiler arasında da yayılarak, "kendini bilmeyen Rabbi'ni bilemez" şeklinde Anadolu'da da kullanılmaya başlanmıştır...
Dört Dorik sütun üzerindeki üçgen bir çatıdan oluşan Delf Mabedi, sadece Ezoterik Öğreti'nin temellerini bünyesinde barındırmakla kalmamış, bu şekliyle de büyük bir sırrı içinde barındırdığını gelecek kuşaklara aktarmıştır. Çünkü mabedin üzerine inşa edildiği dört sütün, Mu İnisiyatik Kültürü'nün temelini oluşturduğu "Dört Büyük Kozmik Varedici Gücün" sembolleriydi.
Bunlar Ruh Enerjisi, Zaman Enerjisi, Fizik Enerjisi ve Hayat Enerjisi'ydi. Dış halkaya ise bu sır: Ateş, Hava, Toprak ve Su sembollerine büründürülerek aktarılmıştır. Bu dört sütün aynı zamanda insanoğlunun varolduğu fizik ortamı yani dünyayı, bir başka deyişle mikro kozmosu da temsil etmekteydi. Dört sütunun üzerindeki, ucu yukarı, yani İlâhiliğe dönük olan üçgen tavan ise, insanın ulaşmaya çalıştığı Tanrısallığın yani makro kozmosun sembolüydü. Dört ana sütun ve tepesindeki üçgen biçimli çatısı bulunan Delf Mabedi'nin içinde ateş yanan Altın bir kaseyi başlarıyla tutan, birbirine spiral şeklinde sarih üç yılandan oluşan Bronz bir sütun bulunmaktaydı. Bu sütun daha sonraları Osmanlılar'ca İstanbul'a getirilmiştir. Halen, üst kısmı kırılmış durumda, İstanbul'un Sultanahmet Meydanı'nda bulunmaktadır.
Bir sürü soru işaretleri bıraktı kafamda.:)
YanıtlaSil