Rahiplerin en yaşlısı, yargıçları andıran bir tarzda sesini ciddi bir edayla yükselterek şunları söylemeye başlamıştı:
- "Ey Apollon'un Oğlu Örfe... Seni büyük rahip ve kral diye adlandırıp sana Tanrı Oğulları'nın mistik asasını verdik. Buz ülkedeki Jüpiter ve Apollon mabetlerini sen yücelttin. Sır gecelerinde Diyonizos'un ilâhi güneşini sen ışıldattın."
"Ama bizi şu an tehdit eden şeyden haberin var mı?..."
"Sen ki korkunç sırları bilirsin. Sen ki bize kaç kez geleceği okumuşsundur Sen ki müritlerine hayal halinde görünerek uzak mesafelerden onlara hitap etmişsindir Ama galiba şu anda başında dönenleri bilmiyorsun."
"Şu lanetli rahibeler, Bakantlar kara majiye dayalı dinlerini yeniden güçlendirmek için harekete geçtiler. Kandırdıkları bin Trakyalı ellerindeki meşalelerle mabedimizin bulunduğu dağın eleklerinde mevzilenmiş bulunuyorlar. Bu kara cüppeli karanlığın rahibelerinin tahriklerine kapılmış bin kişi yarın mabedimize saldıracaklar. Tüm bu olup bitenlere ne diyeceksin?..."
Örfe bu soruya son derece sakin ve alçak bir ses tonuyla:
'Hepsini biliyorum... Bütün bunların olması şarttı!..." diyerek cevap vermişti.
Ama heyecana kapılmış rahip için bu cevap yeterli değildi:
- "Madem biliyordun niçin bizi savunmak için bir şey yapmadın?"
Örfe aynı sakinlikle dinliyor ve aynı sakinlikle cevaplıyordu:
- "Şu an en zor anınızda sizinle birlikte değil miyim ki, bana bunu soruyorsunuz?!..."
Rahiplerin arasındaki bir diğer ihtiyar kendisini tutamayıp söze atdmış ve şunları söylemişti:
- "Evet geldin ama çok geç... Şimdi onları Jüpiter'in yıldırımlanyla mı, yoksa Apollon 'un oklarıyla mı püskürteceksin? Neden çevre kentlerdeki sana bağlı müritlerini yardıma çağırmıyorsun:
Orfe'nin ses tonu yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı:
- "Tanrılar silahla değil, kelâmla savunulur!... Alt edilmesi gerekenler Bakantlar'dır. Onlara tek başıma karşı çıkacağım. Endişeniz olmasın. Şu anda içinde bulunduğumuz mabede hiçbir yabancı giremeyecek. Kan dökücü kara maji ehli rahibelerin saltanatı yarın sona erecek. Kara cüppelilerin karşısında tir tir titreyen sizler şunu iyi bilin ki, Göksel ve Güneşsel Tanrılar muzaffer olacaklardır.'"
Bu sözlerini tam bitirmişti ki, seri bir hareketle ihtiyar rahibe dönerek yüksek bir ses tonuyla sözlerini şöyle noktaladı:
- 'Benden şüphe eden ihtiyar... Sana gelince... Büyük rahip asası ile Başrahip tacını sana bırakıyorum..."
Bu söz üzerine ihtiyar büyük bir kaygıya kapılmıştı. Titrek bir sesle: "Ne yapmayı düşünüyorsun" diye sordu.
Orfe'nin cevabı bir anda mabedin duvarlarında patlarcasına yankılandı:
- "Tanrılar'a kavuşacağım!... Hoşça kalın!..."
Koltuklarının üzerinde şaşkınlık içinde donup kalan rahiplerin yanından ayrılıp avluya çıktı... İlk işi Delfli müridini bulmak oldu...
- "Haydi bakalım... Trakyalılar'in karargahına gidiyorum... Düşpeşime..."
Meşe ağaçlarının altında yürümeye başladıklarında Örfe sadık müridine son sözlerini söylemeye başlamıştı:
- "Seni sırların sırayla yüz yüze getirdim... Taunlar sana hitap etti. Böylelikle onları görmüş oldun. Onları sen de duydun. Bu Dünya'daki son saatim yaklaştı. Az sonra olacaklara kendini hazırla..."
- "Mürşidim!... Sana itaat ediyorum!... Ve seni dinliyorum..."
- "Ruhun göğün evlâdı olduğunu artık net bir şekilde biliyorsun. Kökenini de gördün bu dünyadan sonra gideceğin yeri de... Kendininin kim olduğunu yaşarken hatırladın... Sen de biliyorsun ki, ruh bedene bağlanınca yukarının tesirlerini çok az nisbette alabilmektedir. Ama senin için durum farklı. Sen yeryüzünde gökyüzü ile birlikte yaşayabilmektesin."
"Ben bir Apollon rahibesinden doğdum. İlk eğitimimi de burda aldım. Keten elbiseyi giydiğim ilk günden bugüne kadar kendimi yüce inisiyasyona ve münzevi yaşama adadım. Majiye nüfuz edişim, gizli mağaralardaki, piramitlerin derin kuyularında ve Mısır mabetlerindeki serüvenim hep bu aşkımdan dolayıydı. Tüm hayatımı ölümün içindeki gizlenmiş yaşamı anlamak için geçirdim. Bu süre içinde dünya bana dipsiz derinliklerini, gök ise ışıl ışıl mabetlerini bana sundu. Ayrıca İsis ve Osiris rahipleri de bana sırlarını ifşa etmişlerdi. Jüpiter'in ve Apollon'un kelâmlarını anlamamda onların büyük yardımları olmuştu."
"Artık ölümün içinde gizlenmiş yaşama adım atmak üzereyim. Artık sana anlatacaklarım burada sona eriyor. Göğe yükselmeden önce yeraltı alemine inmem gerekiyor."
Bu onun müridine aktardığı son inisiyatik bilgilerdi...
Yeraltı aleminden kastettiği spatyomun alt seviyeleridir. Muhammed Peygamber de bunu kabir azabı olarak dile getirmiştir. Çünkü nasıl ki ruh varlığı en süptilinden en kabasına kadar kendi ışığını karartarak yeryüzüne inebiliyorsa, yukarıya çıkış serüveni de en kabasından başlamak zorundaydı.
Daha sonra Örfe sadık müridiyle birlikte Trakyalılar'ın karargahına vardığında henüz daha hava aydınlanmamıştı. Nöbet tutan bir askerin yanına yaklaştıklarında Örfe yüksek sesle şöyle demişti:
- "Ben Jüpiter'in elçisiyim. Reislerini çağır. Buraya gelsinler "
Nöbetçi gözlerine inanamamıştı. Peşlerine düştükleri rahip, ayaklarına gelmişti... Hem de kendi karargahlarının tam Ortasına!... Nöbetçinin uyarısıyla bir anda tüm karargah ayaklanmış ve Orfe'nin çevresini sarmışlardı.
Örfe çevresindekileri hayretler içinde bırakacak kadar kendisine güvenli ve bir o kadar da sevecen bir konuşma üslubuyla sözlerine başladığında, çevresini saran kalabalık olup biten karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
- "Trakya'nın kralları, reisleri ve savaşçıları size sesleniyorum. Işık Oğulları ile savaşmaktan vazgeçin. Jüpiter'in ve Apollon'un kutsiyetini kabul edin. Şu anda ağzımdan size, Göğün Tanrıları hitap ediyor."
Tam o sırada ruhsal bir bağlantı içinde bir konuşma yaptığını anladığımız Orfe'nin sözleri o denli etkili olmuştu ki, tüm askerler adeta ipnoza girmiş gibi oldukları yerde donup kalmış ve büyük bir hayranlıkla kendisini dinlemeye başlamışlardı. Örfe kendisinden yayılan tesirlerle bir anda tüm karargahı etkisi altına almıştı.
Olup bitenleri uzaktan izleyen kara majisyen Aglaonis kendi yarattığı negatif enerjilerin dağılmaya başladığını ve artık topluluğu etkisi altına alamayacağını farkettiği için yanındaki dört beş kişi ile birlikte derhal Orfe'nin yanına gelerek onun sözlerini kesmiş ve şöyle demişti:
- "Hayır. Tanrı falan değil o! O sizi kandıran hir sihirbazdır!... Apollon'un oğlu ha?... Hem de büyük rahip?... Saldırın üstüne!...Tanrıysa kendisini korusun da görelim!..."
Orfe'nin çevresini sarmış olan topluluktan bir kişi bile Orfe'ye saldırmamıştı. Fakat Aglaonis'in yanında negatif enerjilerle besleyerek etkisi altında tutmayı başarabildiği dört beş kişi, bir anda Orfe'nin üzerine çullanarak kılıç darbeleriyle onu delik deşik etmişlerdi.
Orfe'nin sözleri karşısında adeta büyülenmiş bir şekilde donup kalan kalabalık, işlenen bu büyük günahın korkusuyla bir anda sağa sola koşuşmaya başlamış ve meydan bir anda bomboş kalıvermişti.
Aldığı yaralar nedeniyle son nefesini vermek üzere olan Örfe, yanına gelen sadık müridine elini zorlukla uzatarak şunları söyleyebilmişti:
- "Gerçi ben ölüyorum ama Tanrılar daima diridirler!..."
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder