Az önce Mezopotamya ve Orta Doğu'nun yaşanan büyük doğal afetlerden daha az etkilendiğinden bahsetmiştik. Bu arada Akdeniz ve Karadeniz'i de daha az etkilenen bölgeler arasında sayabiliriz. Her ne kadar Tevrat ve Kur'an'da anlatılan "Tufan" bu bölgelerdeki yaşananları anlatsa da, yine de bir Atlantik Okyanusu ve Pasifik Okyanusu'nda meydana gelenlerle kıyaslanamayacak kadar daha küçük boyutta olmuştur.
Akdeniz, Karadeniz ve Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir havza içinde yer alan denizlere kıyısı olan yerler. Kutuplar'daki açısal değişimin sonucu ortaya çıkan büyük su baskınlarından daha az etkilenmiştir. Nitekim Tevrat ve Kur'an'da bahsedilen Nuh Tufanı'nda, kimi insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felâketi atlatabilmişlerdir.
Bu büyük doğal afetlerde bilindiği gibi önce Pasifik Okyanusu'ndaki Mu Kıtası daha sonra da Atlantik Okyanusu'ndaki Adantis Kıtası parçalanarak hemen hemen tamamen sulara gömülmüşler, diğer kıtalarda ise kısmi parçalanmalar ve büyük su baskınları meydana gelmiştir.
Marmara Denizi ile Karadenizi birleştiren İstanbul Boğazı bu dönemde açılmış ve iki denizi büyük bir selle birlikte birleştirmiştir. (Bu konuyla ilgili yapılan bir bilimsel araştırmanın sonuçlan geçtiğimiz yıl Discovery kanalında yayınlanmıştır.) Meydana gelen tüm bu büyük doğal afetlerin sonucunda Dünya üzerinde yokolmaktan kurtulabilen tüm uygarlıklarda büyük bir gerileme kaçınılmaz olmuştur. Dünya'nın büyük bir bölümünde kelimenin tam anlamıyla, korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Kurtulabilenler boş alanlara yerleşmişler ve her türlü teknolojik imkândan bir anda yoksun kalıvermişlerdir. İşte günümüz Klasik Tarih Bilimi'nin bundan 9.000 yıl önce
yaşadığını iddia ettiği Taş Devri'nin altında yatan gerçek bu gerilemedir.
Yukarıdaki kronolojik tarihlendirmedeki bir başka ayrıntıya daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Klasik Tarih Bilimi'nce; Demir Çağ, Mezopotamya'da M.Ö. 12. Yüzyıl'da, Avrupa'da ise M.Ö. 8. Yüzyıl'da başladığının söylenmesi de, Mezopotamya ve Ortadoğu'nun yaşanan felâketlerden daha az etkilenilmiş olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Çünkü Mezopotamya'da Demir Çağ Avrupa'ya oranla daha çabuk başlamıştır. Klasik Tarihi Kronoloji'ye göre Mezopotamya Uygarlıkları o dönemde Avrupa'daki Uygarlıklar'dan 400 yıl önde bulunmaktaydı...
Uygarlıklar'ın Tufan sonrasında yaşadığı gerileme teknoloji ve bilim alanında görüldüğü gibi aynı zamanda ruhsal alanda da kendisini göstermiş ve aynen Güneş'ten uzakta kalan gezegenlerin soğuması gibi, bir zamanlar Mu ve Atlantis'de yaşayan kozmik kökenli inisiyatik bilgiler de, benzer bir gerilemenin içine girmiş ve giderek ilk günkü değerlerinden uzaklaşmışlardır.
Bu yozlaşmayı nispeten yavaşlatabilen Orta Asya, Mısır ve Mezopotamya yörelerindeki bazı merkezler ise, bugünkü uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu merkezlerde yeralan özellikle üç toplum bunun başını çekmiştir:
1- Orta Asya'da Şamanlar ve Tibetliler.
2- Mezopotamya'da Sümerliler.
3- Kuzey-Doğu Afrika'da: Mısırlılar...
Gerçekten de Kültür ve Uygarlık Tarihi içinde bu üç büyük merkezin fonksiyonu ve katkısı son derece önemlidir. Burada Mayalar'ı neden saymadığımı merak eden okurlarımızı duyar gibi oluyorum... Kuşkusuz ki, Orta Amerika Kıtası'ndaki Mayalar da çok önemli bir merkezdi ancak bu toplumla bizim uygarlığımızın çok fazla bir irtibatı olamamıştır.
Günümüz ABD halklarının atalarını oluşturan İngiliz ve İspanyol koloniciler Mayalar'ın torunları Kızılderililer'le bir irtibat sağlamışlardı ama bu irtibat o kültürü tanımaya çalışmaktan ziyade, korkunç bir katliama yönelik bir uygulamaya dönüştüğü için ne yazık ki, o kültürden hiç bir şey elde edememişlerdir. Etselerdi şu anda dünyadaki fonksiyonları herhalde çok daha farklı olurdu...
Neyse, birgün gelir her şey yerli yerine oturur elbet!...
Konumuzdan uzaklaşmamak için bu konuda başka şeyler yazmaktan kendimi uzak tutmaya çalışıyorum... Konumuza geri dönelim.
Gözden kaçan önemli bir unsur: Ezoterik Gelenek Mısır Uygarlıgrnı araştırma konusu yapan başlı başına bir bilim dalı vardır ve bu bilimle uğraşanlara ''Egyptolog" denir. Ancak ne var ki, Egyptologlar'ın bizlere aktardıkları Mısırla ilgili bulgular son derece sıradan bilgilerden ibarettir. Onlar bizlere Firavunlar döneminin tarihini ve Mısır yapılarının belirli özelliklerini anlatmaktan öte pek fazla bilgi vermezler Onlar için piramitlerin nasıl yapıldıkları bile bir muammadır-. Peki ama bu muammaları kim çözecek? Bunlara cevap ne zaman verilecek?
Bu çelişkiyi ilk kez kamuoyuna duyuran araştırmacı, James Churchward olmuştur. James Churchward yaymladığı ilk kitabında bu konuyla ilgili şu satırları kaleme almıştır:
Egyptologiar Mısır'la ilgili birçok konuda oluşturdukları teoriyle gerçekten önemli ölçüde sapmışlardır. Bunun nedeniyse ne eskilerin sembolizmini ne de bu sembolik yazıtların ezoterik anlamlarını anlayamamış olmalandır. Bunun için onları suçlayamayız. Çünkü bu konuda bir ipucu bulunmadığı gibi, bunların öğrenilebileceği bir okul da yoktur. Bu sırtar en azından yüzlerce yıldır sadece bir avuç yaşlı Doğulu Bilge tarafından bilinmektedir. Tüm bu yaşlı bilgeler yaşamlarını kendi mabetlerinde geçirmişler ve dış dünya ile nadiren irtibatları olmuştur. Bu çok ender de olsa gerçekleştiğinde ise, onların aktardığı bilgiler, eldeki mevcut teorilerle o kadar uyuşmamıştır ki, bu anlatılanlar anlamsız şeyler olarak değerlendirilmiştir.
James Churchward bu satırları kaleme aklığında 1900'lü yılların henüz daha ilk çeyreğindeydik. O günlerden bu günlere gelinceye kadar aradan bir hayli zaman geçmiş olmasına rağmen, Klasik Tarih Bilimi'nin etkisi altındaki Egyptologlar için değişen çok fazla bir şey olmamıştır-. Onların büyük bir bölümü hâlâ okullarda kendilerine anlatılan klasik bilgileri tekrar edip durmaktadır.
Mısır bilmecesinin çözümü için James Churchward'ın vaktiyle söylemiş okhıgu gibi sadece tek bir yol vardır:
"Ezotecrik Bilgilerle meseleyi ele almak..."
Ezoterik Bilgiler ışığında meseleye yaklaşmanın haricinde Mısır Kültürü'nün derinliklerine inebilmenin başka hiç bir yolu yoktur. Bu önemli unsur hesaba katılmadan yapılacak hangi araştırına olursa olsun, bizi sonuca ulaştırmayacak ve Mısır'da bir zamanlar neler yaşandığını bizlere gösteremeyecektir.
Artık hadi gelin, binlerce yıl öncesine doğru yeniden yola çıkalım ve o günlerin anısını ''Dünya'nın Ezoterik Tarihi" ni göz önünde bulundurarak yeniden canlandıralım... Bakalım geçmişimizi ve geleceğimizi ilgilendiren nelerle karşılaşacagız?
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Evet benim de araştırdığım bir konu, Mu kıtası ve Nuh Tufanının ilişkisi. Nuh Tufanın meydana geliş tarihi sanırım M.Ö 3000-2900 lü yıllara tekabül ediyor. Tarihler arasında bir çelişki var gibi???
YanıtlaSilSümerler yazıyı m.ö 4k yılında bulmuş nuh tufanını yazmış. Sümerler yazmadan önce tufan olduğuna göre tufan m.ö 3k yılında olamaz. Ayrıca tufanın ne zaman olduğu ve ne kadarı gerçek ne kadarı abartı kimse bilmiyor. Al sana bi teori de benden: aztekler atlı ispanyol askerleri görünce ilk kez at gördüklerinden onları tanrı sanmışlar! Kayıp kıta mudan gelen garip giyinimli yüksek teknolojili insanlar da aynı şekilde bizim atalarımız tarafından tanrı sanılıp Çok tanrılı dinlere esin kaynağı olmuş olabilirler.
YanıtlaSilAyrıca Dünya 7 günde yaratılır. Nuh gemisini 7 günde yapar. Bütün dünya battığına göre artık dünya bir gemiden ibaret olamaz mı? Aslında yaratılan dünya sadece bir gemi olamaz mı? Tanrı dediğimiz şey azteklerin conquestorları gibi bizim atalarımız için de mudan gelenlerse:al sana Tanrı nuh dünyayı, yani gemisini 6 günde yarattı ve 7. Gün dinlendi... Viking miti odin ve arkadaşlarını tanrı diye tanımlar. Tanrılar geldi ağaç vs yaptı bir kökünü... O gelen tanrılar mu kıtasından insanlar olamaz mı?