google.com, pub-7066923862761279, DIRECT, f08c47fec0942fa0 antik mısır medeniyeti ve gizemleri

antik mısır medeniyeti ve gizemleri

osiris kültü, tufan, tanrı ra, antik mısır sırları, piramitlerin gizemi, atlantis, mısır kehanetleri...

Mumyaların yüzleri teknoloji ile canlanıyor

Hiç yorum yok :

Mısır Uygarlığı

Hiç yorum yok :

Piramitler

Hiç yorum yok :

Keops Piramidi

Hiç yorum yok :

MISIR 1995 GİZA PİRAMİTLERİ

Hiç yorum yok :

Mısır firavunu Tutankamon'un mezarı açılıyor

1 yorum :

ANTİK BAĞLANTI - 1

Hiç yorum yok :
İngiltere ve Mısır arasındaki bağlantı, tek bir kültürel kökenden ortaya çıktıkları şeklinde de açıklanabilir.

Avebury, Silbury Bill ve Sanctuary (Avebury sokaklarından birinin sonunda yer alan taş ve ağaç dairesi) gibi anıtların radyokarbon tarihlerine bakarak, Marlborough Downs'daki ikiz dairenin M.Ö. 3000'lerde yapıldığından emin olabiliriz. Silbury Hill M.Ö. 2750, Sanctuary ise M.Ö. 2900'leri işaret etmektedir. Projenin meyvelerini vermesi için başlangıç tarihi olarak M.Ö. 3000 'leri almak oldukça mantıklıdır.

Bu dönem, M.Ö. 3. binyılın başlarında gerçekleşen kültürel sıçramayla aynı tarihe rastlamaktadır; bu dönemde Orkney Islands'daki Stennes Taşları'ndan Wiltshire'daki Stonehenge'e (iki yapı birbirinden 840 kilometre uzaklıktadır) İrlanda'daki Newgrange Co. Meath ve Cumbria'daki Castle Rigg'e kadar birçok önemli megalitik yapı inşa edilmiştir.

Bütün kanıtlar, Marlborough Downs'daki yeryüzü şekillerinin yapılmasının bu kültürel hareketin bir parçası olduğunu göstermektedir. Şimdi bunun İngiliz Adaları'ndaki fikir birikimlerinin sonucu olan tesadüfi bir gelişim mi olduğunu, yoksa başka bir yerden mi etkilendiğini bulmak zorundayız.

İklim Değişiklikleri

Yeryüzü dairelerinin mühendislerinin kökenine ait kanıtları düşünmeden önce, M.Ö. 3000 tarihlerinde gerçekleşen 100 yıllık bir iklim değişikliğinden bahsetmemiz gereklidir. Bu ani değişim Avrupa'yı ciddi şekilde etkilemiş ve muhtemelen dünya çapında bir fenomen olmuştur.

Dünya'nın 100,000 yıl önceki iklimini incelemek heyecanlı bir konudur. Birçok bilimsel disiplinin ilgisini çekmektedir. O kadar antik çağlardan günümüze meteorolojik kayıtlar kalamayacağına göre, belli bir günde havanın nasıl olduğunu söylemek olanaksızdır. Ancak, bir iklim periyodundan diğerine geçişi açığa çıkarmak mümkündür. Bu büyük resim; arkeoloji, radyokarbon tarih yöntemi, jeoloji, polen analizi, ağaç halkaları tarih yöntemi, okyanus tortuları,göl tortuları, buzul özleri, izotop ölçümleri, fosilleşmiş böcek kalıntıları ve benzerlerinden elde edilen parçaların biraraya gelmesinden oluşmaktadır.

Şu anda M.Ö. 15.000 yıllarında son bulan Buzul Çağı'na göre çok daha ılıman bir iklimde yaşamaktayız. Bu tarih, buzulların bir gecede çekilmediğini açıkça göstermektedir. Sonraki birkaç binyıl boyunca küçük değişimler olmuştur ve özellikle M.Ö. 8000-5000 yılları arasında hızlı bir ısınma yaşanmıştır. M.Ö. 5000 yıllarında, iklim bugün "Atlantik" periyodu olarak bilinen durumuna gelmiş, Avrupa ve Kuzey Amerika bugünkünden 1-3 derece daha sıcak olmuştur.

W. Wendland ve R. Bryson, Journal of Quarternary Research dergisinde 1974'de yazdıkları yazıda, geniş incelemeler sonucunda buzul çağı sonrası iklim değişiminde beş önemli dönem göstermişlerdir; bu dönemler kültürel değişimdeki beş önemli döneme denk gelmektedir. Bu iki fenomen arasında bir bağlantı olduğu açıktır.

Mısır hanedanlarının başladığı ve İngiltere'deki taş dairelerinin ortaya çıktığı döneme denk gelen tarihlerde, M.Ö. 3000 yıllarında ani bir iklim değişikliği gerçekleşmiştir. Bu tarihten önce Mısır ve Kuzey Afrika bugünkünden çok daha nemli bir iklime sahipti. Örneğin; M.Ö. 3000'den önceki binyılda, Sahra Çölü'ndeki Cad Gölü, bugünkünden 30-40 metre daha derindi ve bu da bütün bölgedeki yağış oranının o zamanlarda çok daha fazla olduğunu göstermektedir.

Daha önce de gördüğümüz gibi, erozyon kalıplarından aldığımız bilgiler Sfenks'in bu daha nemli dönemde tamamlandığını göstermektedir. M.Ö. 3000'lerden beri, Sfenks'in etrafında geniş su erozyonlarına dair izlere rastlanmamıştır. Sfenks'in hanedanlar döneminden çok daha önce tamamlandığını kabul etmek istemedikleri için, bu konu Mısır bilimcilerinin kafasını karıştırmaktadır. Oysa piramitlerin dış yüzeyindeki aşınma izleri, bu anıtlar hakkında Ortodoks bilim adamlarının savunduğuna uygun şekilde herhangi bir su erozyonu kalıntısına rastlanmamaktadır.

Alp Dağları'nda da M.Ö. 3000 yıllarındaki iklim değişikliğine ait izlere rastlanmıştır. Bu, ilk kanıtın keşfedildiği Val Piora'nın ardından Piora Oscillation olarak tanınmıştır. Burada yapılan polen analizleri, soğuk bir döneme işaret etmektedir. Profesör H. H. Lamb, Climate, History and the Modern World (İklim, Tarih ve Modern Dünya) adlı kitabında şöyle demektedir:

Bu daha soğuk dönem oldukça kısa, en fazla dörtyüz yıl sürmüş gibi görünmektedir. Fakat izleri ya da bitki örtüsündeki değişim, Alaska'ya, Colombian Andes'in yukarı ormanlık sınırlarına ve Kenya dağlarına kadar yayılmıştır. Küresel düzende belirgin bir değişim olduğu kesindir. Dahası; bu, buzul çağının ardından gelen en sabit ılık iklimin sonuna denk gelmektedir... Atlantis iklimi denen dönemin sonuna.

Avustralya kadar uzak bir yerde bulunan ve aynı dönemde güçlü bir iklim değişimi gerçekleştiğini gösteren kanıtlar, dünya çapında bir değişim yaşandığı kavramını desteklemektedir. Bu sarsıntılar, M.Ö. 1000 yıllarında yerleşip "subboreal" denen haline gelene kadar birkaç asır sürmüştür.

Bu dönemi özetlemek için Profesör Lamb şöyle demektedir:

Farklı zaman dilimlerinde farklı insanlar, eski zamanlardaki bir Altın Çağ'dan bahsetmişlerdir. Bu kavram, antik Yunan ve Roma edebiyatının yanında başka kültürlerde de karşımıza çıkmaktadır. Genellikle toplumun idealize olmuş halini anlatır ama bazen İncil'deki Cennet Bahçesi'nde olduğu gibi kayıp bir kara parçasından da bahsedilir.

Bu, kitabın değişime uğradığı konusundaki mitlerden bazıları olabilir. Çok yüksek bir uygarlığın varlığı ve yokoluşuna ait bildirilen zaman, farklı bölgelerde elbette ki tutarlılık göstermemektedir. Ancak Afrika ve Arap çölleri civarında yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında'büyük bir nüfus azalması yaşandığı kesin gibidir.

Lamb, bu tarihlerde İngiltere'de de benzer bir şeyin gerçekleştiğini söyleyebilirdi. İngiltere'deki megalitik yapılarda olduğu kadar, bu dönemde tarımda da önemli değişimler olmuştur. M.Ö. 4. binyılın sonlarına kadar, yüksek tepelerde ve sürülen tarlalarda ağaç bulunmuyordu ama bu süreç aniden tersine döndü ve doğal bitki örtüsü ortaya çıkmaya başladı.

M.Ö. 3200'lerden 2970'lere kadar, insan aktivitelerinde bir azalma vardı ve bu döneme ait radyokarbon bulguları aynı azalmayı göstermektedir. Bu, söz konusu dönemde insanların bir felaketle karşı karşıya kaldığına işaret etmektedir. Ayrıca tarımdan hayvancılığa geçiş de söz konusudur. Prehistoric Avebury'nin yazan Aubrey Burl, şöyle demektedir:

M.Ö. 3250 ve M.Ö. 2650 yılları arasında kalan zaman, güney İngiltere'de çok az kişinin sağ kalabildiği tarihöncesi bir "Karanlık Çağ"a işaret etmektedir... Carbon-14 yöntemiyle kesin olarak tarihlendirilen metinlerden elde edilen kanıtlar, böyle bir gerilemeyi göstermektedir... bu kanıtlara göre M.Ö. 4450'lerde güney ve doğu İngiltere'de büyüyen hareketler vardı ama M.Ö. 3100 ve M.Ö. 2850 yılları arasında bir yerde aniden belirgin bir gerileme ve nüfusta hızlı bir düşüş başladı.

Bu ani değişimin nedeni belirsizdir ama muhtemelen dünyanın her yerinde görülen ani iklim değişiminden kaynaklanmaktadır. Ancak, nüfustaki bu düşüş aynı zamanda Avrupa'daki en etkileyici Neolitik anıtların bazılarının dikildiği tarihlere Taslamaktadır. O halde bağlantı nedir?

Yirminci yüzyılın başlarından yakın zamana kadar, İngiltere'deki kültürel gelişimin Orta Doğu ve Akdeniz'den yayılan fikirlerden kaynaklandığına inanılıyordu. Fakat radyokarbon bulguları, İngiltere'deki Neolitik anıtların Crete ve Akdeniz'deki diğer her yerdeki gelişim periyodundan önceki tarihlere rasladığmı göstermektedir. Bu yeni fikirlerin nereden kaynaklandığına dair belirgin bulgular olmadığı gibi difüzyon kavramı terkedilmiş ve şimdi bütün bunlar İngiltere'deki ani gelişimin bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır.

Marlborough Daireleri'ndeki Çelişki

Marlborough Downs'daki yeryüzü şekillerinin varlığı, İngiltere'deki kültürel gelişim hakkında bazı çelişkiler ortaya çıkarmaktadır. Wiltshire'daki bütün anıtlar arasında kısa tarihsel boşluklar vardır ve bu da, daha önceki hiçbir şeye benzemeyen bir kavramı vurgulamaktadır. Ancak Wiltshire bu konuda yalnız değildir. İrlanda'daki Newgrange kadar uzak yerler ve Orkney Adaları'ndaki Maes Howe da aynı kültürel damgaları taşımaktadır.

Bu anıtlarda görülen inşa tekniklerinin becerisi (yaz ortası gündoğumu ve günbatımına uygun düşmeleri gibi), diğer örneklerde görülmeyen bir yüksek bilgiye işaret etmektedir. Ayrıca bunlar, İngiliz Adaları'ndaki en eski dairesel yapılardır.

Bu anıtların aynı zamanda daha büyük yeryüzü şekillerinin parçaları olup olmadığını anlamak üzere diğer yapılar üzerinde yeterince derin inceleme yapmadım. Ama içlerinden birinin en azından Marlborough Downs'daki ikisiyle aynı boyutlarda olduğunu biliyorum. Bu daire İngiltere'nin Cotswold yöresinde bulunmaktadır ve çevre çizgisi üzerinde, diğer yapıların yanında, Rollright taş dairesi de bulunmaktadır.

Üçüncü daire hakkında burada bilgi vermiyorum, çünkü Marlborough Downs'daki dairelerin başlı başına incelenmeyi hakettiğine inanıyorum. Ama aynı zamanda şekillerin ilk bakışta farkedilmemelerine karşın bilinçli olarak yaratıldıklarının da farkındayım. Ancak, yeterince zaman verilir ve daha fazla çalışına yapılırsa, daha başka yeryüzü şekillerinin de ortaya çıkacağından eminim.

Dairesel anıtların yerlerini incelemek, ülkenin genellikle batı yarısında yer aldıklarını ve hatta doğu yarısında sadece bir tane bulunduğunu göstermektedir. İskoçya'nın doğu kıyısında yer alan Aberdeenshire, İngiliz Adaları'ndaki en büyük taş dairelerinden biridir.

Outer Hebrides'daki Callanish gibi ada yapılarına ancak denizden ulaşılabilir. Ayrıca İskoçya'nın kuzeyinden deniz yoluyla İrlanda ve Fransa'nın batı kıyısıyla İber yarımadasında da benzer yapılar bulunmaktadır. Olanaksız görünmekle birlikte, M.Ö. 3000 yıllarında bir grup insanın doğudan değil batıdan akın ederek önce İrlanda'ya geldikleri ve buradan İngiliz Adaları'nın batı yarısına yayıldıklarını düşünmek tek mantıklı açıklama olacaktır. Ama bu insanlar nereden gelmişlerdi?

Aynı dönemde Mısır hanedanlarının sofıstik kozmoloji, yazılı bir dil ve sanatsal beceriler gibi ani sıçrayışları gerçekleşmiştir. Bazı otoriteler İngiltere'deki anıtların ortaya çıkışını özgün bir gelişmeye bağlarken, diğerleri kültürün İndus ve Euphrates bölgesindeki insanlardan etki aldığını savunmaktadırlar. Profesör Emery tarafından ortaya atılan üçüncü bir alternatif ise, henüz keşfedilmemiş başka bir yerden etki aldıklarıdır.
1 | 2 | 3 | 4

ANTİK BAĞLANTI - 2

Hiç yorum yok :
Bazı itirazlara karşın, aşağıdaki fikirleri desteklemek üzere güçlü kanıtlar bulunmaktadır:

1- M.Ö.3100 yıllarında hem İngiltere hem de Mısır'daki insanlar, daha gelişmiş kavramlara sahip bir grup insandan etkilenerek kültürel bir sıçrama yaşadılar;

2- Aynı tarihlerde gerek İngiltere ve gerekse Mısır'ın özgün halkında azalma yaratacak güçlü bir iklim değişimi gerçekleşti;

3- Büyük Piramit'in tasarımı ve Marlborough Downs'daki yeryüzü şekilleri, İngiltere ve Mısır'daki antik kültürlerle bir şekilde bağlantılıdır.

Eğer bu kültürel sıçramanın cevabı yeni bir grup insandan gelen etkide gizliyse, bir sorunumuz var demektir. Belirgin bir kültürel yuvaları yoktur. Bu, Profesör Emery'nin fikirlerini kabul etmek konusunda Mısır bilimcilerini durduran en önemli noktadır.

Atlantik Dünya

Radyokarbon incelemesi sonucunda İngiliz Adaları'nda elde edilen kanıtlar göstermektedir ki, kültürel sıçrama batıdan doğuya doğru yayılmıştır. Fransa'da, Atlantik kıyısında bulunan Karnak'daki muhteşem anıtların doğuya doğru hiçbir benzerine rastlanmamaktadır. Yine Atlantik kıyısındaki İspanya ve Portekiz'de bulunan kanıtlar, bu anıtları dikmiş olan insanların deniz yoluyla geldiklerini göstermektedir. Ancak Mısır elbette ki bir istisnadır. Atlantik Okyanusu'na hiçbir şekilde yakın değildir ama Mısır'daki piramitlerin yapılması fikrinin bu topraklara Nil deltası yoluyla girmiş olması muhtemeldir. Ve Mısır, bu insanların kökenine dair en büyük ipuçlarını göstermektedir.

İlk olarak Eflatun'un Timeaus'unda bahsedildiğinden beri, Atlantis kavramı birçok yazara ilham olmuş, akademisyenlerin başına bela olmuştur. Şüpheciler, Eflatun'un iddialarının bir masaldan ibaret olduğunu savunmuşlar, inananlar ise gerçek kayıtlardan yola çıkarak konuştuğunu söylemişlerdir. Peki Eflatun'un tam olarak söylediği neydi? Aşağıdaki aktarım, Murry Hope'un Atlantis-Myth ör Reality? (Atlantis-Mit mi, Gerçek mi?) adlı kitabından alınmıştır. Zamanındaki yazım tarzıyla, Sokrates ve öğrencisi Critias arasında bir sohbet şeklindedir.

Solon adlı Yunan şairi, Nil deltasında yaşayan Sais adında bir Mısırlı rahipten aldığı bilgileri Critias'a aktarmıştır; o da hocasına rapor etmektedir. Eflatun, bu sohbetin ardından Atlantis'in başarılarını, gücünün yüksekliğini ve ne kadar gelişmiş bir ülke olduğunu anlatır. Yok olduğu tarihi, M.Ö. 9600 yıllarında yaşamış olan Solon'dan 9000 yıl öncesi olarak vermektedir.

Antik Mısır gibi, Atlantis hikayesi de beni yıllar boyunca derinden etkilemiştir. Yirmili yaşlarımın başlarındayken, şakayla karışık hayatımın iki büyük hayalini dile getirmiştim. Biri, Atlantis'in sular altındaki mezarından yükselişini görmek, diğeri ise bir uçandaireye binmekti. Bu muhtemelen o yaşlardaki zihin dengemden kaynaklanıyordu ama yıllar boyunca karşıma çıktıkça Atlantis konusunu izlemeye devam ettim.

Atlantis hikayesini araştıran birçok kitap yazılmış olmasına karşın, kısacık bir bölümde bütün yazarların her biri ülkenin varolup olmadığı, konumu ve yokolduğu tarihle ilgili kendi iddialarım barındıran kanıtlarını sunmam ya da incelemem mümkün değil. Yapabileceğim tek şey, göze batan noktalarını özetlemek olabilir.

Atlantik Okyanusu'nun iki tarafında yer alan evrensel bir tufandan birçok efsanede bahsedilmektedir. En çok bilineni de, elbette ki Nuh'un Gemisi hikayesidir. Birbirinden farklı olmasına karşın, bütün bu hikayelerin gerçek bir olaya dayandıkları kesindir.

Bilim, herhangi bir yeni kavramı kabul etmeden önce, kabul edilmiş bilginin bir parçası olmamış fikirleri desteklemek için sağlam ve sürekli kanıtlar ister. Bu, onun hem güçlü hem de zayıf yanıdır. Ancak, zamanın bir yerinde Dünya'ya bir kuyruklu yıldızın veya göktaşının çarptığı çarptığı düşüncesi son zamanlarda inanılırlığını artırmıştır.

Bilim adamları, 65 milyon yıl önce dinozorların yokolmasını böyle bir nedene bağlamayı artık kabul etmektedirler. Bu tür başka bir büyük felaketin ne zaman olduğu (olduysa değil) şimdilerde merak konusudur. O halde, küresel bir felaketin yaşandığı kabul edilmektedir.

Paul Dunbavin, 1992'de yayınlanan ve geniş araştırmalar sonucunda ortaya çıkan The Atlantis Researches (Atlantis Araştırmaları) adlı detaylı kitabında, büyük bir kuyruklu yıldız veya göktaşının çarpması sonucunda Dünya'nın ekseninde bir-iki derecelik sapma gerçekleştiğine dair güçlü kanıtlar sunmaktadır. Bu olay, okyanusların dalgalanarak Dünya'nın kaymasına neden olmasını sağlamış olabilir.

Bunun sonucunda, jeofiziksel güçler kendilerini tekrar dengelemek zorunda olduklarından, bazı ülkeler ve bölgeler su altında kalmış olabilir. Bu felaket, yüzyıllar süren bir iklim değişimine neden olmuş olabilir. Böyle bir değişim, Dunbavin'e göre, M.Ö. 3000 yıllarında Atlantis'in yokolduğu dönemde gerçekleşmiştir.

Dunbavin'in kitabını okumadan önce aynı sonuca ulaşmış olduğumu görünce şaşırdım. Bu, geniş kara kütlelerinin yıkımına neden olacak büyük bir küresel felaketi araştırarak bilimsel kanıtlar sunan en güvenilir çalışmaydı bana göre.

Maltese Tapınakları

Malta, Gozo, Comino ile Cominotto ve Filfla adlarında iki küçük adayı kapsayan Maltese takımadaları, Sicilya'nın yaklaşık 80 kilometre güneyinde yer almaktadır. Küçük olmalarına karşın, Malta ve Gozo dünyadaki tarihöncesi çağlara ait en çok tapınağın bulunduğu yerlerden biridir. Bunlar aynı zamanda en eskilerindendir.

Malta'da 43, Gozo'da 9 tapınak bulunmaktadır ve tarihleri genellikle M.Ö. 3500-3000 yıllarına dayanmaktadır. Ancak, bazı tapınaklar M.Ö. 4500 tarihlerini gösterecek kadar eskidir ve mağara mabetleri M.Ö. 5000 yıllarına işaret etmektedir. Bu tapınaklardan birkaçı, ondokuzuncu yüzyıllardaki kazılarda ortaya çıkmış, fakat 1909'da Profesör Zammit Malta Müzesi'nin yöneticisi olana kadar sistematik bir çalışmaya alınmamışlardır.

Bunların en ünlülerinden biri, Marta'nın güney kıyısında bulunan Hagar Qim'dir. Dikkatle bakıldığında, bir kurukafanın yandan görünüşüne benzemektedir ve M.Ö. 4. binyılın sonlarına işaret etmektedir. Burada, ağırlığı otuz tonu bulan taşlar bulunmaktadır. Burada ve diğer Malta tapınaklarında bulunan heykel ve büstler, bir tanrıçaya adanmış olduklarını düşündürmüştür. Bu aynı zamanda, Gozo'daki Ggantija gibi bazı tapınaklarda bulunan yarım daire veya elips biçimindeki odaların birlikte "trefoil" kalıbını oluşturmasıyla mimaride de ifade edilmiştir.

Uzun geçmişine karşın, M.Ö. 3000 yıllarında tapınak yapımı kesilerek bütün nüfus ortadan kaybolmuş ve adalarda yaklaşık 500 yıl boyunca bir daha yerleşim izine raslanmamıştır. Marija Gimbutas, The Civilization ofthe Goddess (Tanrıça'nın Uygarlığı) adlı kitabında şöyle demektedir:

Büyük Tarxien Tapınağı ile birlikte, Malta 'da tapınak yapımı sona erdi. Tapınak mühendislerine ne olduğu bilinmemektedir. Ama belki de kuraklık ya da tarımsal verimsizlik, hastalık, veba gibi nedenlerle adaları terketmiş olabilirler.

Arkeolog Joseph Ellul, Malta'nın terkedilmesi konusunda kendi fikirlerini sunmaktadır. Malta's Prediluvian Culture (Malta'nın Prediluvian Kültürü) adlı kitabında, ünlü tapınak yapılarının yokoluş tarihini M.Ö. 5000 olarak göstermektedir. Hagar Qim tapınağını inceleyen arkeologlar, dev taş bloklarından bazılarının sanki batıdan doğuya kayan muazzam bir gücün etkisi altında kalarak savrulmuş olduklarını görmüşlerdir. Ellul şöyle vurgulamaktadır:

Hagar Qim halkı, istenmeyen delik ve çatlakları kapamak için kireç harcı kullanmışlardı. Şimdi sertleşmiş durumlarına bakıldığında, bir süre için tapınağın sular altında kaldığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden, harç suyla erimiş, çözülmüş, sular çekilince tekrar sertleşmiş olmalıdır.

Joseph Ellul, Cebelitarık Boğazı'nın Atlantik Okyanusu'ndan ayrı olduğuna kesinlikle inanmaktadır. M.Ö. 3000 yıllarının bir yerinde, okyanus güçlü bir akıntıyla bu engeli parçalamış ve Akdeniz'e akmıştır. Bu sırada Malta'daki tapınakları da içine alacak şekilde bütün adaya bir metre kalınlığında kum tabakası bırakmıştır. Aynı kitapta, Mezopotamya'daki Xari Süste kasabasından bahsetmektedir. Verilen bilgilere göre üç metre kalınlığında bir kum tabakası arasındaki yemek için hazır sofralara, uyuma pozisyonundaki iskeletlere bakılırsa, bu felaket aniden gerçekleşmiştir.

Bu yıkım hakkında Sümer mitolojisi ve efsanelerinde de geçen daha fazla kanıt, modern Irak'ın An Nasiriya kenti yakınlarındaki Ur kazılarını gerçekleştiren Sir leonard Woolley tarafından günışığına çıkarılmıştır.

Diğer kanıtlar da, bu selin Aşağı Mezopotamya'nın tamamını kaplayarak bütün canlılarını yokedecek kadar büyük olduğunu göstermektedir.

Fransız Deniz Seviyeleri

Aynı dönemde Avrupa'nın başka kesimlerinde de önemli değişimler gerçekleşmiştir. C.J. Carre'ın bir yazısında ("Late Neolithic and Bronz Age in Western France-Geç Neolitik ve Bronz Çağı dönemlerinde Batı Fransa", Proceeding of the Prehistoric Society, 1982), Geç Neolitik ve Bronz Çağı dönemlerinde Marais'deki yerleşim merkezlerindeki deniz seviyelerinde bazı değişimlerden bahsetmekte, "deniz seviyesi düzenli değildi ve M.Ö. 3000 yıllarında belirgin bir yükselme vardı; bunun ardından son iki binyıldır bulunduğu seviyeye yükseldi" demektedir.

Bu bulgular da, M.Ö. 3000 yıllarında veya biraz önce ciddi bir iklim değişiminin gerçekleştiğine işaret etmektedir.

5000 yıl önce gerçekleşen iklim ve deniz seviyesi değişikliklerini yaratacak ciddi bir küresel felaketi destekleyen kanıtları burada saymamız mümkün değil. Yukarıda bahsedilenlere ek olarak şunları söyleyebiliriz:
1 | 2 | 3 | 4

ANTİK BAĞLANTI - 3

Hiç yorum yok :
1) Grönland buzul özlerinde bir sülfat karışımı bulunmaktadır. Bunun nedeni bilinmemekte ama muhtemelen volkanik bir patlama ya da kuyruklu yıldız darbesi olduğu tahmin edilmektedir.

2) Ölü Deniz'in seviyesi aniden 1000 metreye yükselmiştir.

3) Grönland'deki asit oranı aniden 3 izotopa fırlamıştır.

4) Sekiz farklı yerde yapılan araştırmalar, Güneybatı Amerika'daki Navajo bölgesinde büyük bir sele işaret etmektedir.

5) Nil deltasındaki su seviyesinde yükselme gerçekleşmiştir.

6) Güneydoğu Utah, Amerika'da bulunan alüvyon gölü tortuları, ciddi bir iklim değişimini göstermektedir.

Atlantis Felaketi

Graham Hancock'un Fingerprints of the Gods adlı kitabında M.Ö. 10.500 tarihlerini göstererek savunduğu gibi Dünya'da daha önce de felaketler olmuş olabilir. Ama birçok Atlantis savunucularının söylediği gibi bu ülke uygarlık tohumlarını Mısır'a gönderdiyse, bu durumda varışın etkilerinin hemen görülmesi gerekirdi, 8.000 yıl uyuduktan sonra değil. Bence bu, Atlantis felaketi için çok erken bir tarih.

Avrupa ve Mısır'da önemli kültürel sıçramalar görülmüş olabilir ama ya Amerika? Buradaki kanıtlar çok daha sağlamdır. Doğrudan Atlantis kökenini gösteren hiçbir arkeolojik bulgu yoktur. Yine de, çok sayıda güçlü kanıtlar bulunmaktadır. İlkel Amerikan kabilelerinin mitolojisinde, sel yüzünden küresel yıkıma ait birçok bahis geçmektedir. Bu yıkımın açıklamalarından biri, kitaplardan biri olarak Orta Amerika'da hâlâ geçerliliğini koruyan Popul Vuh'da görülebilir. Aşağıdaki aktarım, Ignatius Donnelly'nin Atlantis adlı kitabından alınmıştır:

Sonra sular heyecanla çalkalandı ve her yanı kapladı... Dünyanın yüzeyi ters yüz oldu ve yoğun bir yağmur başladı; gündüz gece... su ve ateş birleşerek son büyük kataklizmi yarattı.

Yucatan'ın kitap yakıcı piskoposu Diego de Landa, Orta Amerika'daki ilk insanların denizin doğuda kalan karşı kıyısından gelmiş olduklarına inanıyordu. Şöyle söylemektedir:

Eski Yukatan insanlarının bazıları, atalarından, bu topraklara daha önce doğudan bazı insanlar geldiğini ve Tanrı 'nin onlar için suyun içinde oniki kanal açtığını söylerlerdi.

İspanyollar Meksika'ya ilk geldiklerinde, Aztekler onlara kökenlerinin okyanusun doğudaki karşı tarafında kalan Aztlân adlı bir adadan geldiğini söylemişlerdir. H. H. Bancroft, 1874'de yayınlanan Native Races of the Pacific States (Pasifik Ülkelerinin İlkel Halkları) adlı kitabında şöyle demektedir:

Azteklerin asıl evleri Aztlân 'di. Yurtlarını neden terkettikleri bilinmemekle birlikte, nedenin düşman zorlaması olma ihtimali yüksektir, çünkü asıl vatanlarının çok daha bereketli ve güzel bir yer olduğu söylenir.

"Turnaların yeri" anlamına gelen Aztlan'ın coğrafik konumu, modern araştırmacılar arasında çok tartışılmıştır. Bazıları kuzeyde, batıdaki Pasifik kıyısında olduğunu söylemişlerdir; diğer bazıları ise Veracruz'daki Meksika Körfezi'nde bulunan Tamiahua lagünündeki Isla de loş Idolos'da olduğunu savunmuşlardır. Aztekler ise, Aztlan'ın Atlantik Okyanusu'nun ortasında bulunduğuna inanıyorlardı.

Mayalar'ın bizim tarihimizle M.Ö. 12 Ağustos 3114'de başlayan takvimlerinden bahsetmiştik. Mayalar, takvimlerinin önceki insan uygarlığının yokolduğu tarihte başladığına inanırlardı. Şimdi varolan kanıtlar, bunun bir iklim değişikliğine rastlayan bir tarih olduğunu göstermektedir. Mayalar anavatanlarını "yükselen güneşin ülkesi" -doğuda- olarak belirlemişlerdi ve bunun da Atlantik Okyanusu'nda bulunduğunu kabul edebiliriz.

Tektonik Tabakalar

Yirminci yüzyılın başlarında, Atlantik Okyanusu'nun iki tarafında kalan fosiller ve jeolojik kayıtlar arasındaki bağlantıları açıklamak için A.L.Wegener "kıtasal sürüklenme" kavramını ortaya atmıştı. Fikirleri zamanla kıtaların nasıl hareket ettiğini açıklayan "tektonik tabakalar" teorisine dönüştü. Bu, Afrika'nın batı kıyısıyla Güney Amerika'nın iki yapboz parçası gibi birbirlerine ne kadar güzel uyduğuna bakılarak kolayca görülebilir.

Bir zamanlar yapışıktılar ve yavaş yavaş koptular. Kuzey Atlantik'in iki kıyısı ise birbirine tam olarak uymamaktadır. Eğer biraraya getirilirlerse, Azur Adaları'nın yakınında bir "delik" kalmaktadır. Burası, Atlantis'in bulunduğu yer olabilir ini? Eğer karalar yükselerek dağlara dönüşebiliyorsa, elbette ki alçalabilirler de; özellikle de volkanik açıdan hassas olan bir bölgede. Otto Muck, The Secrets of Atlantis (Atlantis'in Sırları) adlı kitabında, Atlantik'in ortasındaki büyük kara parçalarının ortadan kalkması üzerine bir araştırma yapmış, böyle bir durumun özellikle Golf Stream akıntısının yönünün değişmesini sağlayabileceğini söylemiştir. Akıntıların iklim üzerinde etkisi olduğunu ve akıntının yönünde herhangi bir değişimin hiç şüphesiz iklimi güçlü bir şekilde etkileyebileceğini biliyoruz. Bu, M.Ö. 3000 yıllarındaki Piora iklim anomalisi için başka bir açıklama olabilir.

Atlantis'in yokolıışuyla ilgili bütün kanıtları incelemeye yetecek kadar yerimiz yok ama bu olayın gerçekleştiğine dair yeterince belirgin kanıtlar var. "Gerçek"lerin oluşum aşamasındaki teorilere kolayca uydurulabileceğini söylemek doğrudur ama Hanedanlık Mısırı'ndaki karmaşık geometrinin, astronomi ve matematik bilgilerinin ve İngiltere'deki dairesel megalitik kültürün, M.Ö. 3000 yıllarında Atlantis uygarlığının yokolduğu aynı döneme rastladığına dair sürekli kanıtlarla karşılaşmaktayız.

Felaketten sonra sağ kalan ayrı grupların bir şekilde birbirleriyle iletişimi korumaya çalışmış olmaları da mümkündür. J. R. Harris, 1938'de basılan Is is andNepthys in Mltshire (Wiltshire'daki İsis ve Neftis) adlı kitabında, İngiltere'deki "Tot" benzeri yer isimlerinin Mısır kökenli olduğunu ve İngiliz Adaları'nın hanedanlık döneminde ziyaret edildiğini savunmaktadır. Thor Heyerdahl'ın Ra II adlı çalışması, firavunlar döneminde antik Mısırlılar'ın kayıklarla Atlantik'i aşmalarının mümkün olduğunu göstermiştir. Mısırlılar'ın başka yerleri ziyaret ettiklerini ve ticaret yaptıklarını biliyoruz. İngiltere'deki Bronz Çağı'na ait höyüklerde, Mısır çini parçaları bulunmuştur.

Bu, Mısırlılar'ın İngiltere'yi bizzat ziyaret ettiklerini kanıtlamaz; çünkü bu parçalar yol boyunca elden ele geçmiş olabilir. Ancak, bu keşfe dayanarak, antik Mısırlılar'ın yeterli denizcilik tekniğine sahip olup olmadıklarını anlamak için Mısır'da araştırmalar devam etmektedir. Maceracı ruhlarının onları İngiltere'ye getirmiş de olabileceği düşüncesi, ondokuzuncu yüzyıl araştırmacıları arasında yaygın olan bir inançtı.

Marlborough Downs'daki şekillerin keşfi, antik Mısır ve İngiltere arasında bir bağlantı bulunduğu fikrini güçlendirmektedir. M.Ö. 3. binyılın 500 yılında iki yerdeki mimari gelişim arasında tarihsel bir uyum vardır. İngiltere ve Mısır arasındaki bağlantılar, M.Ö. 4. binyılın sonundaki tek bir kültürel kökene de dayandırılabilir.

Müzikte, dilde, efsanelerde ve sanatta, birbirinden yer olarak uzak grupların bazı ortak kökleri olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Müzisyen Bob Quinn, İrlanda'daki Connemara şarkıları ve Kuzey Afrika'nın Berberi müziği arasında açık bağlantılar olduğunu keşfetmiştir. Atlantean adlı kitabında, Morocco, M'ora'daki bir taş daireli tümülüse yaptığı ziyaretten de bahsetmektedir. Uzun araştırmalardan sonra, küçük Sidi Yemani kasabasının yakınındaki bir höyüğü bulmuştur. Ziyaretini şöyle anlatmaktadır:

Yapıya ulaşmak için iki mil daha çamuru aşmak zorunda kaldık. Böylesine gösterişli bir taşı en son Punchestown, Co Kildare 'de (İrlanda) görmüştüm. Yaklaştıkça, taş dairelerini görebiliyorduk. Bunlar tümülüslerin kalıntılarıydı. Çoğu İrlanda'daki mezarlarda olduğu gibi yerlerinden sökülmüş ya da taşınmıştı. Sayımımıza göre dairede tam 167 taş vardı. Böyle birşey en son 1770'de görülmüştü.

Bu höyüğün İngiltere'dekilerle açık bir mimari bağlantısı bulunmasına karşın, Quinn arada kültürel bir bağlantı olduğuna dair herhangi bir akademik kanıt bulamamıştır. Bu höyüğün görünüşte İngiliz kuzenleriyle bağlantılı olmasına rağmen, uzak geçmişin bir tür bağımsız ifadesi olarak yorumlamıştır. Ama biri Atlantis'in varlığını ve yıkımını kabul ediyorsa, bağlantı da oldukça mantıklı hale gelmektedir.
1 | 2 | 3 | 4

ANTİK BAĞLANTI - 4

1 yorum :
Neolitik İngiltere ile Hanedanlar Mısırı'nın arasında sağlam bir bağlantı bulunduğunu kanıtlamak için eksik olan şey, Mısır anıtlarında bulunan hiyeroglif metinlerdir. Aynı tarihlere ait İngiliz anıtlarında bu tür metinlere raslanmamasının nedeni, iki kültür aynı kaynaktan geldiği -ben böyle olduğuna inansam da- taktirde kolayca açıklanamamaktadır. Ayrıca Stonehenge haricindeki taş dairelerinde taşların belli bir biçimleri olmasına karşın herhangi bir süsleme izine rastlanmamaktadır. Bu belirgin biçimler, West Kennett Avenue'daki dörtköşe taşlarda daha açık bir şekilde görülebilir.

Atlantis halkından sağ kalanların yeni geldikleri topraklarda baskınlık sağlayacak sayıya ulaşamamış olmaları da mümkündür. Belki de bütün yapabildikleri orada varolan yerlilerin kültürüne uyum sağlamak ve biraz değiştirmek olmuştur. Mısır'da, bu resim yazısının ortaya çıkmasını sağlamış, İngiltere'de ise fikirler sadece taş ve oymacılık sanatıyla sembolik bir şekilde ifade edilebilmişti.

Belki de İrlanda, Newgrange'de ve Atlantik kıyısı boyunca diğer yerlerde bulunan bütün gizemli spiraller, dörtköşe taşlar, dalgalı çizgiler ve halka işaretleri, sadece anahtarı bilen kişilerin anlayabileceği piktogramlardı. Mısır hiyerogliflerindeki "n" sesi veren yatay zik-zak gibi belli karakterlerin İrlanda, Newgrange'deki anıtlarda kazınmış olması da ilginç bir noktadır. Stonehenge gibi bu tarihlerden kalan birçok anıt, bu kültürlerde güneşin önemini yansıtacak şekilde belirgin bir güneş biçiminde dizilmişlerdir. Güneş, Mısırlılar'ın inanç sisteminde de önemli bir yere sahiptir.

Cevaplanmamış birçok soru bulunduğu açıktır. Ancak iki kültürde de zamanla geriye giden hızlı bir yükseliş gerçekleştiği kesindir. Mısır'da piramitlerin ve Eski Krallık anıtlarına denk hiçbir mimari eser bir daha tekrarlanamazken, Newgrange, Silbury Hill, Maes Howe, Stonehenge ve Avebury'deki anıtların dengi de orta çağdaki katedrallere, yani 4,000 yıl sonrasına kadar yapılamamıştır.

Atlantis Enlemi

Atlantis'in konumunu belirleyebilmemize yardımcı olmak üzere antik ölçülerle ilgili bir kanıt daha vardır. Dünya tam bir küre değildir. Döndüğü için, Dünya Ekvator kuşağında küreleşirken, Kutup bölgelerinde basıktır. Bunun anlamı, kişi Ekvator kuşağından uzaklaştıkça her enlem derecesinde genişliğin artacağıdır. Örneğin; Ekvator kuşağındaki enlem derecesinin genişliği 110,573 metredir. Kutup'da ise bu uzunluk 111,697 metreye çıkar. Uzunluğun 110,000'den 111,000 metreye çıktığı enlem derecesi 39'dur.

Ancak, bazı antik ölçülere göre bu derece 32 ile 33 arasındadır. Bunların arasında antik Mısır'dan kalma ölçü birimleri olan Brasse ve Remen de vardır. Mısırlılar, bir dakikalık kavisi 1000 Brasse olarak kabul ederken, Remen ise Kübit ile doğru orantılıydı. Örneğin; 32. derecedeki enlem genişliği 59,999 Brasse iken 33. derecede 60,008 Brasse olmaktadır.

Remen biriminin ise aynı şekilde verdiği iki rakam 299,995 ve 300,041'dir. İki ölçü birimi de 11.55 metreye dayanan bir sistemin ürünleriydi. 32. ve 33. derece enlemler arasında bu uzunluktan tam olarak 9600 adet bulunmaktadır. 8 ve 12 çarpanları ele alınırsa (12 x 8 = 96), bu sayının bilinçli bir şekilde seçildiği söylenebilir, çünkü önemli sayı sembolizmiyle ilgilidir. Buna göre, eğer Atlantis antik ölçü birimlerinin vatanıysa, muhtemelen 32. ve 33. derece enlemler arasında bulunacak demektir.

Bu paraleller Mısır'ın kuzeyinden geçerken, Afrika'nın kuzey kıyısının da büyük bölümünü atlamaktadır. Muhtemel bir Atlantis bölgesi kabul edilen Madeira'dan geçmeden önce Morocco'daki Atlas Dağları'nı kesmektedir. Morocco, dilleri ve şarkıları Galce konuşan İrlandalılar tarafından anlaşılabilen Berberi halkının yaşadığı yerdir. Atlantis üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda, Otto Muck, bu ülkenin yerini 32. ve 40. enlemler arası olarak belirlemiştir. Bu fikir, antik ölçülere göre 32. enlemin merkez olduğu düşüncesine uymaktadır. Doğruyu söylemek gerekirse, 32. enlemin aynı zamanda Mezopotamya'dan da geçtiğini vurgulamalıyız; ki, burası antik ölçü birimlerinin ortaya çıktığı başka bir uygarlık olan Babilonlular'ın vatanıydı.

Atlantis Kıtası

Eflatun'un anlatısında, Atlantis'in büyüklüğü "Libya ve Asya'nın birleşmiş hali kadar" şeklinde verilmektedir. Bu kesinlikle abartıdır. Tektonik hareketler ve kıtasal kayma teorileri ise bilim adamlarının bu kadar büyük bir kara parçasının Atlantik Okyanusu'nun ortasında bulunduğuna inanmalarını zorlaştırmaktadır. Ancak, eğer Eflatun'un Atlantis'in yıkımıyla ilgili verdiği tarihi kabul etmeyebiliyorsak, bu neden boyutu için de geçerli olmasın? Dahası, ileri bir uygarlığın gelişmesi için çok geniş bir kara parçası şart değildir.

Crete, İngiltere'deki Hampshire'ın iki yaklaşık iki katı büyüklüğünde, 8,614 kilometrekarelik bir adadır. Ancak karmaşık Minoan kültürünü ortaya çıkarmış ve bazıları tarafından Atlantis olarak adlandırılmıştır. Mısır'ın kendisi ülke olarak büyük bir coğrafik alan kaplasa da, asıl yerleşim bölgesi Nil Nehri boyunca uzanan ve Delta çevresine yayılan dar bir koridordur. Bu yerleşime uygun bölgenin alanı sadece 28,490 kilometrekaredir; İrlanda'nın üçte biri kadar. Buna karşılık vermek gerekirse, Azur'un dokuz volkanik adası yaklaşık 2380 kilometrekaredir; Crete'in üçte birinden daha ufak. Ancak, bu adalar okyanusta 640 kilometre boyunca uzanmakta ve 259,000 kilometrekareden geniş bir alana yayılmaktadır; ki, bu da Büyük İngiliz Adaları'ndan büyüktür. Bu adalar tek bir kara parçası olarak biraraya gelselerdi, kesinlikle bir Atlantis bölgesi yaratabilirlerdi.

Ancak, Azur yakınlarındaki okyanus derinliğine bakarak, Paul Dunbavin'in savunduğu gibi kutuplardaki baskılar yüzünden deniz seviyesinin yükseldiğini söylemek, herhangi bir katastrofik bir olaydan etkilenmedikçe bütün bir kıtanın sular altına gömüldüğünü açıklamaya yeterli olmaz. Azur'da ve çevresinde yapılan jeolojik araştırmalar, böyle bir olayın muhtemel olmadığını göstermiştir. Atlantik Okyanusu'nun bu bölgesinde kutupsal baskılar yüzünden bir kıtanın tamamen yokolması mümkün değildir.

Bu bağlamda, Grönland buzullarının öz örneklerinde M.Ö. 3100 yıllarından kaldığı anlaşılan sülfat konsantrasyonlarının bulunduğunu da unutmamalıyız. Bu ya volkanik patlamalar, ya bir kuyrukluyıldız çarpması ya da ikisinin birleşmesi sonucu oluşabilir.

Atlantis efsanesi, Atlantik Okyanusu'nun bütün dip yüzeyi taranmadıkça muhtemelen tam olarak netlik kazanmayacaktır. Günümüzün ultrasonik ve sualtı tarama teknikleriyle, bu sonucun alınması pek uzak görünmemektedir. Gerçekten de yapılan araştırmalar sonucunda zaman zaman Atlantik Okyanusu'nun dip yüzeyinde siklop yapılar bulunduğu rapor edilmektedir. Titanik'de olduğu gibi net fotoğraflar elde edilebildiğinde, Atlantis'in bir mit mi, yoksa gerçek mi olduğunu bir şekilde öğreneceğiz. O zamana kadar yapabileceğimiz sadece beklemek ve hakkında fikir yürütmektir.

Atlantis'in varlığı hakkında olumlu ya da olumsuz düşünceleri daha fazla aktarmak için burada yeterince yerimiz yok. Bu yüzden, sadece Mısır ve İngiltere'de M.Ö. 3100 yıllarında gerçekleşen kültürel sıçramalara muhtemel bir açıklama olabileceğini söylemekle yetineceğiz. Atlantolojistlere göre bu sıçrama, yokoluştan çok sonraki bir tarihte gerçekleşmiştir ama bence bu gerçeklere en iyi uyan açıklamadır.
1 | 2 | 3 | 4

KUTSAL GEOMETRİ VE GİZA PİRAMİTLERİ - 1

2 yorum :
Büyük Galeri'nin konumu, dairelerden birinin merkezini işaret ediyordu. Atina'daki Eflatun Akademi'sinin girişinde şöyle bir yazı vardır: "Geometriyle ilgilenmeyen buraya giremez." Antik Yunanlılar'a göre, her şeyin temelinde saf geometri yatmaktadır. Bu, etrafımızı saran dünyaya bizim bakışımızla ilahi bakış arasında uzlaşma sağlamaktı. Örneğin altın anlam orantısı geometri terimleriyle anlatılabilir ama sayısal olarak anlatılamaz. Çizilebilir ama sonsuz ondalık sayılar içerdiği için sayısal olarak yazılamaz. Geometri, başka şekilde anlatılamayacak bir şeyi anlatma yolu olarak görülebilir.

Saf geometrinin antik Mısır'da kullanımıyla ilgili bilgimiz kısıtlı. Antik Yunan düşüncesinin temsilcileri olan Eflatun, Thales ve Öklid'in aktarımlarına denk düşen hiçbir papirüse raslanmadı. Ancak, Eflatun antik Mısırlılar'ın belli bir armoni ve orantı bilgisine sahip olduğunu vurgulamaktadır. Mısırlılar'ın pusulayı ve Yunanlı çağdaşlarının bilgilerini bildiklerini kabul edebiliriz. Bu bilgi, onların da sanatlarını ve mimarilerini etkilemiştir. Mısırlılar'ın kullandıkları orantıları nasıl seçtiklerini ortaya çıkarmak, uygarlıklarının köklerine uzanmayı gerektirmektedir.

Marlborough Downs'daki şekiller de saf geometriye dayanmaktadır. Bu yüzden bir sonraki adımımız, bilmecenin bu iki ayrı parçasını biraraya getirmek ve onları birleştiren temeldeki geometri yapılarına bakmaktır.

Kutsal Geometri

"Kutsal Geometri" kavramı, sanatta ve mimaride olduğu kadar doğada da bulunduğu düşüncesiyle bizi yanıltabilir. Neden bazı öğeler kutsalken diğerleri değildir? Bu sorunun kolay bir cevabı yoktur. Ne var ki, belli geometrik ilişkilerin ve orantıların genellikle dini amaçlı yapılarda kullanıldığı şeklinde bir anlayış ortaya çıkmıştır. Genel gözlemciler için bu orantılar sadece güzeldir. Sanatsal açıdan, bu müzikle özdeştir. Farklı nota grupları kullanılarak uyumlu ya da uyumsuz melodiler yaratılabilir. Gregoryan ilahileri gibi bazı müzikler bizi ruhsal dünyaya yaklaştırabilir. Diğer müzikler ise bizi doğruca duygularımıza seslenebilir. Gerçekten de, büyük düşünürlerden biri olan Pisagor, müzik, ses, sayı ve biçim arasındaki bağlantıyı göstermiştir.

Dini gelenekte üç temel geometrik şekil temeldir; daire, üçgen ve kare. Bunlar, varoluşumuzun üç seviyesini simgelemektedir; ruh, zihin ve beden. Sayı sistemleri gibi, pergeli de ilk kez kimin kullandığı bilinmez. Muhtemelen bir ip ve iki sopaydı ama bu gelişim fikirler ve biçimler dünyasına sembolik bir araştırmayı başlattı. Bir pergel kullanılarak bütün geometrik şekiller çizilebilir. Bazen "Büyük Geometrici" diye anılan Tanrı, sık sık pergel kullanırken betimlenmiştir.

Geometri, sayı çalışmalarıyla da yakından ilgilidir. Tam sayılar ideal kabul edilir. Doğalarında bir tamlık, bütünlük vardır; oysa kesirli sayılar o sayıların henüz gelişim aşamasında olduklarını göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, bazen yaratım sürecindeki ilah gibi algılanır. Tam sayılar bilinebilir ama pi gibi oranlar sadece tahmin edilebilir ve bu yüzden de bilinmezdir. Bu, her şeye nüfuz eden Tanrı'nın kavranamaz elidir.

Ama sayılar gerek rasyonel (tam sayılar) gerekse irrasyonel (kesirli sayılar) olabilirken, geometri bu ayrımı birleştirir. Bir daire yarıçapında rasyonel tam sayı prensibine uyarken, çevresinde uymayabilir ve irrasyonel kesirli sayı verebilir. Bir kare ve köşegeni de benzer bir durum gösterebilir. Örneğin; kenarları bir birim olan karenin köşegen uzunluğu 2'nin karekökü olabilir. Kök kelimesi (karekök gibi) antik bir kavramdır ve doğadan gelmektedir. Bir bitkinin kökü toprak altında gizlidir ama toprağın üzerinde yetişen şeyi ortaya çıkarır ve hisseder.

Aynı şekilde, sayıların karekökleri gizlidir ama içlerinde gizlidir. Örneğin; 16'nın karekökü 4'dür (4x4= 16). Ama 15'in karekökü irrasyonel bir sayıdır ve kolayca hesaplanamaz. Sayıların kareköklerini bulmak, antik matematikçiler için önemli bir konuydu. Ama bir sayının karekökü sayısal olarak hesaplanamıyorsa, geometrik olarak ortaya çıkarılabilirdi. Böylece geometrinin gücü antik zihinlerde yerleşmeye başladı.

Geometri, insan bilincinin üst düzeylerine bir giriş kapısıydı ve kutsal sanat ve mimaride önemli hale gelmesinin de nedeni budur. Kutsal sanat ve mimaride orantıların kökenine indiğimizde, dini binalarda ve kutsal biçimlerde bulunan gizli geometriyi tanımlayacak en iyi yol olarak kutsal geometri kavramıyla karşılaşırız.

Daire, Üçgen ve Kare

Yaratılması en kolay geometrik şekil dairedir. Bütün ihtiyacınız olan bir pergel veya sicim, sırık ve işaretleyicidir. İçice geçmiş iki daire çizmek için pergeli ilk dairenin çevre çizgisi üzerine yerleştirip aynı boyda bir daire daha çizmeniz yeterlidir. Bu vesica tasarımından, en önemli üç "kök" (22, 32, 52) çıkarılabilir. Dairelerin çevrelerini l olarak alırsak, elimize köşegeni karekök işareti 2 olan bir kare ve köşegeni karekök işareti 5 olan bir dikdörtgen geçer.

Çevre çizgilerinin kesiştiği en üst noktadan en alt noktaya kadar olan uzaklık bize bir üçgenin yüksekliğini karekök işareti 3 olarak verir. Dikdörtgen, "altın anlam" orantısını bulmak için de kullanılabilir. Daha sonra da göreceğimiz gibi, vesica ve 2'ye l dikdörtgen, antik ölçülerin temelidir.

Üçgen, daire ve kare arasındaki geçiş formu olarak görülmektedir. Zamanla tanrılar ve tanrıçalar arasında bir üçleme, baba, anne ve oğul sembolü haline gelmiştir; Mısır'da olduğu gibi. Bu kavram, birçok dini inanç sisteminde temel olmuş ve Hıristiyanlık'da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak ortaya çıkmıştır. Üçgenin en mükemmel şekli kenar uzunluklarının ve açıların eşit olduğu eşkenar üçgen kabul edilmektedir.

Yaygın biçimde kullanılan diğer bir üçgen de, kendisinden çok daha uzun zaman önce ortaya çıkmasına karşın Pisagor'a ithaf edilmiştir. Kenar uzunlukları tam sayı oranıyla gösterilmektedir; 3:4:5. Bu üçgen, dik üçgenin kenar uzunlukları tam sayı olarak ifade edilebilecek en basit şeklini sunmaktadır. Basit sayısal oranlar alındığından, sanat ve heykelde olduğu kadar gözlemcilikte de çok kullanılmıştır. Kefren Piramidi, buna dayanmaktadır.
1 | 2 | 3

KUTSAL GEOMETRİ VE GİZA PİRAMİTLERİ - 2

2 yorum :
Daire, üçgen, kare ve dikdörtgen, kutsal mimarinin temeli olmuştur. Geleneksel olarak, belli oranlarla birbirlerine bağlıdırlar. Bu oranlar kozmosun özgün uyumunu göstermeye çalışmaktadır. Böyle bir oranın adı Aristo tarafından "gnomon" olarak belirlenmiştir: "Orijinal şekile eklendiğinde ortaya çıkan şekili orijinaline benzeten şekil." Diğer bir deyişle, her ek adımda orijinal oran korunmaktadır. Bunun bir örneği "altın anlam" oranının sayısal olarak ifadesi olabilir; l, l, 2, 3, 5, 8, 13, 21... gibi. Bu sistemde son sayı, kendisinden önceki iki sayının toplamı olmaktadır. Fibonacci serisi de buna güzel bir örnektir ama başkaları da vardır.

Robert Lawlor, Sacred Geometry (Kutsal Geometri) adlı kitabında, 1:2 oranından çıkan Fibonacci serisine dayanan "gnomon" spiraller örneğini vermektedir. Bu genişleyen şekillere bazen "dönen kareler" de denir; bu, doğal dünyada sık raslanan spirallere benzemektedir.

Farklı oranlardaki gnomonları incelerken, önemli bir şeyi keşfettim. 1:3 oranlı gnomonlardan biri, tam olarak Giza piramitlerine bağlıydı. Bu orandan aynı zamanda Keops'un, Kefren'in ve Menkar'ın da temel oranları çıkabiliyordu. Gelişim, bir çizgi üzerinde üç bitişik karenin çizilmesiyle başlıyordu ve bunlarla 1x3 oranında bir dikdörtgen yaratılıyordu. Sonra gelişimin her aşamasında uzun kenar üzerine dizilmiş her kare çiziliyordu.

İlk kare, 3:4 oranında bir dikdörtgen yaratıyordu. Bunu ikiye katlamak Kefren'in oranını veriyordu; 6:4. 3:4 dikdörtgene iki kare daha ekleyince, Keops Piramidi'nin 7:11 oranı ortaya çıkıyordu. Bir kare daha eklenince Menkar Piramidi'nin 11:18 oranı oluşuyordu. 3'e l'lik bir dikdörtgenle başlayan bu yöntem, piramitlerin taban ve yükseklik oranlarının belli bir matematiksel sistemle yürüdüğünü açığa çıkarmaktadır. Tesadüfi ya da bilinçli olsun, uyumlu bir geometrik seri izlemektedirler.

3:1 oranında bu kadar önemli olan nedir? Belki bu da Mısırlılar'ın Osiris, İsis ve Horus üçlemesini yansıtıyor olabilir. Bundan asla emin olamayız ama bu kalıp, Mısır modeli hakkında değerli bir görüş sunmaktadır.

Bu keşif, aynı zamanda Mısırlılar'ın kare ızgara kalıplarından yola çıkarak tasarımlarını yaptığını gösteren mimari yöntemlerine uymaktadır. Mısır sanatında, ressamların ve heykeltraşların eserlerinde orantıları korumak için öncelikle ızgaralar oluşturduklarını gösteren birçok örnek vardır. Bu ızgaraların basit sayısal oranları, Mısırlılar'ın bütün büyük sanatsal başarılarının temelinde yatmaktadır.

Bu yöntem ayrıca Leonardo da Vinci gibi birçok Rönesans sanatçısı tarafından da kullanılmıştır. Antik Mısır'da, bu yöntem Büyük Piramit'de karşımıza çıkmakta ve piramitleri bir yönden daha Marlborough Downs'daki şekillere bağlamaktadır.

Pergel ve Izgara

Marlborough Downs'da, her biri 19.3 kilometre (12 mil) çapında iç içe geçmiş iki daire bulunmaktadır. Burada, daireler tam bir vesica kalıbı göstermemekte, dolayısıyla bilindik bir geometrik bir forma doğrudan bağlanmamaktadırlar. Zaman içinde keşfedeceğim gibi, bu dairelerin konumu keyfi değil, Büyük Keops Piramidi'nde de bulunan bazı özel oranlara göre yapılmıştı. Büyük Piramit'in bir kesitini harita üzerine koyduğumuzda, piramitlerin galerilerini, geçitlerini ve odalarını gösteren bir geometrik açıklama ortaya çıkıyordu. Özellikle, Büyük Galeri'nin bulunduğu yer, dairelerden birinin merkezine denk geliyordu. Bu, Büyük Piramit'in bütün oda ve galerilerinin boyut ve pozisyonlarının saf geometri terimleriyle hazırlandığını gösterebilir. Bu, heyecanlı bir olasılıktı. Bu gizemi açığa kavuşturmak için, Mısırlılar'ın 7:1-1 oranını bulmadan önce Büyük Piramit'i tasarlayacak şekilde saf geometriye nasıl ulaştıklarını anlamamız gerekmektedir.

Bu, Marlborough Downs'daki şekiller için ipucu veren bir eşkenar üçgendir. Bu üçgeni temel alarak, Keops Piramidi'nin geometrik yapısı 41'den 46'ya kadar olan şekillerde görülebilir. Bu basit adım adım tasarım tarzı, Büyük Piramit'in içindeki bütün oda ve geçitlerin yerlerini belirlemektedir. Ama saf geometri irrasyonel oranlar yaratır. Temel şekli elde ettikten sonra, bunu tam veya rasyonel sayı olarak ifade edebileceğiniz şe'dlde çevirmeniz gereklidir. Bu, ızgaranın önemini ortaya koymaktadır. Geometriye uygulandığında, ölçüler büyük bir tutarlılıkla okunabilir. Böylece, saf geometriyle normalde sayısal olarak bulma olasılığımızın zayıf olacağı bir eğim açısı ortaya çıkar.

Tam olarak 7:11 oranına sahip bir ızgara oluşturarak, her şey tam olarak yerine oturur ve saf geometriyle form dünyasının uyumlu bir ifadesi arasında mükemmel bir uzlaşma yaratılır.

7:11 ızgarasını piramide uyguladığımızda, Kral'ın Mezar Odası'nın toprak seviyesinden iki kare yukarıda (2/7) olduğunu görürüz; Kraliçe'nin Mezar Odası ise toprak seviyesinden bir kare yukarıdadır (1/7). Piramidin girişi, bence piramidi ikiye bölen ilk karenin bisecting quadrantına dayanarak yerleştirilmiştir.

Yukarı ve aşağı eğimli geçitler 26 derece-3 l'-23"'lik bir açı yapmaktadırlar. İlk bakışta bu çok garip görünebilir ama gerçekten de 2:1 oranıyla şekillenen bir biçimdir. Diğer bir deyişle, geçit yatay olarak hareket ettiği her iki karede bir kare yükselmekte ve 2'ye l oranlı bir dikdörtgenin köşegenini vermektedir. Bunu belirlemek ve inşa etmek çok kolaydır; ayrıca bunun dikdörtgenin kutsal geometrideki yeri yüzünden kullanıldığı şüphesizdir, özellikle de altın anlamın yaratılmasında.

Bu yöntemlerin bütün geçit ve odalarda kullanılmış olması, basit geometrik oranlara dayanarak gösterilebilir; ünlü havalandırma kanalları bu oranlara uymasa bile. Bu, Bauval ve Gilbert'ın The Orion Mystery adili kitaplarında savundukları gibi piramitlerin astronomik bir yönleri olduğuna da işaret edebilir.

Öncelikli ızgara oranları kurulduktan sonra, piramitlerin daha üst kısımlarını ve çok sayıda geçidin yerli yerine konması sorun olmayacaktır.

Giza Bölgesi

Mısır bilimciler, Giza Platosu'ndaki piramitlerin yapısında hiçbir bilinçli yönelim bulunmadığını söylemektedirler. Böyle bir sonuca nereden vardıklarını ben anlayamıyorum. Antik Mısırlılar'ın ölçüm yöntemleri hakkında bilinen gerçekleri Giza Platosu'ndaki yapılara uyguladığınızda, altta yatan kalıplar bir bir ortaya çıkmaktadır. Izgara sistemi, Mısırlılar'ın kullandığı bir yöntemdi Tek yapmam gereken, Giza Bölgesi'ne en çok uyan ızgarayı bulmaktı.
1 | 2 | 3

KUTSAL GEOMETRİ VE GİZA PİRAMİTLERİ - 3

1 yorum :
Büyük Piramit'in yeri ve boyutları hakkındaki ipuçları, Dünya'nın tam sayı oranları olduğunu söylediğimiz geometrisinde yatmaktadır. Büyük Piramit'in yapısında kullanılan ölçü birimi, Kraliyet Kübiti idi. Temeldeki kenarların her biri 440 Kraliyet Kübiti uzunluğundadır. 220 Kraliyet Kübiti -piramidin bir kenarının yarısı- boyutunda bir ızgara kalıbı Giza Platosu'na uygulandığında, Kefren ve Menkar Piramidi'ne ve hatta Sfenks'e hemen uymaktadır.

Bu, her bir piramidin oranlarında bulunan güçlü sayıları kullanan basit bir tasarımdır. Kefren Piramidi'nin köşegen ilişkisinde neden Büyük Piramit'den sapmış olduğunu hemen açıklamaktadır ve bu nokta Bauval ve Gilbert tarafından The Orion Mystery adlı kitaplarında Orion yıldız kuşağıyla bağlantı olarak vurgulanmıştır.

Şimdi Kefren Piramidi'nin güney ve doğu kenarlarının ızgaraya mükemmelen uyduğu görülebilir. Köşegenin tam olarak uymamasının nedeni, Kefren Piramidi'nin Büyük Piramit'den biraz daha küçük bir planla yapılmış olmasıdır. Kefren Piramidi, 412.5 kübitkaredir ve bu da onu Büyük Piramit'in tam olarak 15/16'sı kadar yapmaktadır. Dahası, Kefren Piramidi'nin konumunu belirleyen iki ızgara çizgisi, üç piramidin hepsini kapsayan daha geniş bir ızgara karesinin altın anlam oranıdır.

Sfenks'in göğsü ve yüzü, Büyük Piramit'in doğu kenarının tam olarak iki kare doğusuna düşmekte, sağ pençesi piramidin kuzeydoğu ucuyla bir yay üzerine düşmektedir; ki, bu yay altın anlam oranına uymaktadır. Menkar Piramidi'nin kuzey kenarı ızgaraya uyarken, kuzeybatı pozisyonu ızgaranın kuzey-güney çizgilerinden birinin merkezine oturmaktadır. Bu anıtların pozisyonları, hiç şüphesiz bütün Giza Bölgesi'ndeki tasarımın bilinçli yapıldığını göstermektedir.

Ayrıca, 220 Kraliyet Kübiti'nin ızgara karelerinin temelini oluşturması da beni şaşırttı. Çünkü bir furlongun 220 yarda ettiği bir gerçektir. Bir milde sekiz furlong vardır ve sekiz ızgara karesi ekvator çizgisinin yarım dakikası kadardır. Bu noktada antik ölçü birimleriyle orantılar arasında bir bağlantı olup olmadığını merak etmeye başladım.

Giza Ziyareti

Şubat I996'da, ızgara kalıbı teorimi test etmek için Mısır'a geri döndüm. Yapılan gezmenin, haritalarda göremeyeceğiniz özellikleri ortaya çıkaracak detaylı bir yöntem olduğuna daima inanmışımdır. Izgaranın güneydoğu köşesi, Kefren Piramidi'nin konumuyla ilgili anahtardı. Buranın, hem Kefren hem de Menkar'ı geniş açıdan görebilen bir plato olduğunu keşfettim; oysa Keops'un görüntüsü tepecikler yüzünden engelleniyordu. Ama bu aşılamayacak bir sorun değildi. Gözlem kutupları bu zorluğu aşmak için yeterli olacaktı.

Giza piramitlerinde kullanılan geometri ve matematiği inceleme fikri, Marlborough Downs'da bulduğum şekillerden kaynaklandı. Bir ızgara kalıbı kullanma fikri ise antik Mısır sanatçıları ve heykeltraşlanndan geliyordu. Şimdi, Mısır'dan öğrendiğim şeylerin Marlborough Downs'daki şekiller hakkında bizi aydınlatıp aydınlatmayacaklarıydı.

Marlborough Downs Izgarası

Büyük Piramit'e uyan 7:11 oranlı ızgarayı bulduktan sonra, bunu Marlborough Downs'daki şekillere uyguladım. Diğer bir deyişle, bulduğum temel piramit şeklini onbir eşit parçaya böldüm ve bunu bütün bölge için bir ızgara kalıbı belirlemek için kullandım. Izgaranın her bir kare kenarının bir kilometrenin üzerinde bir uzunluğa sahip olduğu açıktır.

Tahmin ettiğim gibi, St. Michael hattı merkez çizginin iki kare kuzeyine doğru devam ediyordu. Ancak, Winterbourne Monkton'daki kilise, Ridgeway'deki kavşak ve Devlerin Mezarı dışında, doğu dairesindeki hiçbir yapı ızgaraya tam olarak uymuyordu.

İlk bakışta, batı dairesi daha umut verici görünüyordu. Bishop Cannings, Calstone Wellington, Compton Bassett'deki kiliseler, Morgan Hills'deki şekiller ve hatta Cleavancy Hill'deki tümüli, hepsi ızgaraya oturuyordu; onüç yapıdan tam beş tanesi. Bu tesadüflere karşın, bir ızgara kalıbı kullanıldıysa bile bu kullanılmış olan tek yöntem değildi. Yeterli sayıda yapı buna uymuyordu. Izgara kalıbı dışında saf geometriye dayanan başka gözlem yöntemleri de kullanılmış olmalıydı. Bunun başarılabileceği başka bir yol bulmaya başladım.

Cevabın, geometri terimleriyle, Marlborough Downs'daki şekiller ve Mısır'daki Büyük Piramit arasındaki göstermiş olduğum bağlantıda saklı olduğunu hissediyordum. Ama bu yaratımlar birbirlerine nasıl bağlanıyorlardı? Mısırlı yöneticiler İngiltere'yi bu yeryüzü şekillerini oluşturmak için ziyaret etmiş olabilirler miydi? Ya da daha çılgıncası, İngiltere'nin Neolitik sakinleri Mısır'a giderek piramitleri inşa eden Mısırlı mimarları mı kiralamışlardı? Bir sonraki adımım, iki kültür arasındaki gizli bağlantıları aramaktı.
1 | 2 | 3

MISIR PİRAMİTLERİ - 2

Hiç yorum yok :
Antik Mısırlılar, ölen kişinin dünyadayken yaptıkları için yargılanmak üzere Osiris'in karşısına çıktığına inanırlardı. Bu sınavı aşarlarsa, cennette kalmalarına izin verilirdi ama aşamazlarsa timsaha dönüştürülürlerdi. Bu yargılama sahnesi mezarlarda sık sık resimlenmiştir ve "kalbin tartılması" töreni olarak bilinir.

Osiris miti, birçok şekilde yorumlanabilir. Bazı araştırmacılar Osiris ve İsis'in gerçek insanlar olabileceğini söylemişlerdir. Sembolik bir yönden bakıldığında doğamızın Seth ile simgelenen maddiyatçı yönüyle Osiris ile simgelenen ruhsal yanı arasındaki fark gösterilebilir.

Mısır hanedanlığında firavun Horus'un insan bedeninde enkarne olmuş hali olarak görülür, düzensizlik ve kaosun güçleriyle savaştığına inanılırdı. Bilinen en eski tabletlerden birinde -1. Hanedanlık döneminde Yukarı ve Aşağı Mısır'ın birleştiği dönemlerden kalan Narmer tableti- Horus kralın üzerinde uçarken resmedilmiştir.

Piramit Üçlemesi

Ahmed Fayed'in evinin düz çatısında bir akşam otururken, bu anıtların büyüklüğündeki sembolizmi farkettim. Bir akşam güneyinin ışığına doğru bakıldığında, üç piramidin de gövdesinin siluetleri net bir şekilde görünüyordu. Büyük ve hemen hemen aynı boyda olan ikisinin yanındaki üçüncü oldukça küçük kalıyordu. Aniden, üç piramidin Heliopolis'deki üç tanrı inancını temsil etmek için yapılmış olabileceğini farkettim: Osiris, İsis ve Horus; baba, anne ve oğul.

Güneş ufukta kaybolurken, güçlü bir duyguyla dolduğumu hissettim. Oturduğum yerden bakıldığında, sağımda kalan Büyük Piramit'in içindeki tahtından Osiris bana gülümsüyordu. Solumdaki küçük Menkaure Piramidi'nin üzerinde şahin başlı tanrı Horus uçuyordu. Ve İsis, ilahi kanatlarını Kefren Piramidi'nin üzerinde baba ve oğulun arasında bir bağlantı oluşturacak şekilde açmıştı. Pekala, bu kavramı desteklemek için gerçek bilgiler yok. Bir adanma törenine ait herhangi bir bilgi yok. Olduysa bile, ünlü İskenderiye Kütüphanesi'ni yokeden yangının alevlerinde ortadan kalkmış olmalı. Ama kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı demek değildir. Osiris, İsis ve Horus ile Giza'daki üç piramit arasındaki bağlantıya bu bölümün sonunda tekrar döneceğim.

Piramitlerin Boyutları ve Yapıları

Giza'daki piramitleri saran çok fazla gizem vardır. Ancak Büyük Piramit'in nasıl inşa edildiğine dair hâlâ bir bilgi bulunmamaktadır. Yapısı, 2.5 ton ağırlığındaki taş blokların 146 metre yüksekliğindeki anıtın tepesine çıkartılmasını gerektirmektedir. Bu konuda bir dizi teori ortaya atılmıştır. Bilim adamları rampaları ve makaraları savunmaktadır. Psişikler, ses veya başka bazı gizemli güçler yoluyla taşların hareket ettirildiği tuhaf yöntemler ortaya atmaktadır. Bunlar kağıt üzerinde doğru görünebilir. Ama rampalar kullanmanın uygulamada bazı sorunlar çıkaracağı kesindir. 1880'lerdeki piramit araştırmalarında otorite kabul edilen Sir Flinders Petrie, rampalar kullanarak taşları yukarı taşımanın, piramidin kendisi kadar malzeme gerektireceğini düşünmüştür. Bunun ne kadar olabileceğini bulmak için, Napolyon Giza'daki piramitlerde bütün Fransa'nın etrafında 3.7 metre yüksekliğinde ve 0.3 metre kalınlığında bir sur örmek için yeterince taş olduğunu hesaplamıştır. O halde, bir rampa kııllanıklıysa, kullanılan o kadar malzeme nereye gitmişti? Bu asla bulunamadı.

Ama şimdi bildiklerimizi bir kenara atarak, piramitlerin bildiğimiz tam orantılarına bakalım; özellikle de Büyük Piramit'in. Bu, antik dünyanın en çok araştırılan anıtıdır.

Büyük Piramit'in Ölçüleri

Büyük Piramit, kenarları pusulanın dört temel yönüne uzanan neredeyse tam bir karedir; kuzey, güney, doğu ve batı. Azami sapma 0.058 derece veya 3.5 dakikadır. En doğru araştırmalardan biri, 1925'de J.H. Cole tarafından yapılmıştır. Bize aşağıdaki plan ölçülerini sunmaktadır:

Güney kenarı = 230.454 metre (6 milimetrelik sapma olabilir)
Kuzey kenarı = 230.251 metre (10 milimetrelik sapma olabilir)
Batı kenarı = 230.357 metre Doğu kenarı = 230.391 metre

Dört kenarın uzunluğunu topladığımızda, 921.453 metrelik uzunluğu bulmaktayız. Ekvator'daki her bir derecelik enlem, 110,573 metredir ve bu da her bir dakikalık kavisin 1842.88 metre olduğu anlamına gelir. Bu Büyük Piramit'in çevresinin neredeyse tam olarak iki katıdır (921.453 x 2 = 1842.906 metre). O halde, dört kenarın toplamı bir ekvator enleminin yarısı demektir. Hata payı sadece onüç milimetredir. Böylesine bir doğrulukla, bir bağlantı olduğu kabul edilebilir.

Piramit tamamlandığında yüksekliği 146.59 metreyi bulmaktaydı. Üst kısımları şu anda kayıp olduğundan şu anda 9.5 metre kadar kısalmıştır. Ama ilk inşa edildiğinde, Büyük Piramit'in yükseklik oranı 7:11'di. Bu oranın bazı önemli geometrik özellikleri vardır. Hem pi (Fi) hem de Yunan harflerinden biri olan Phi (Ø) işaretinin, yani altın anlamın formülüdür.

Phi ve Pi

Altın anlam orantısı, Yunan mimarisinde yaygın biçimde kullanılan geometrik bir yapıdır. Ayrıca bir İtalyan matematikçisi olan Fibonacci'nin adını almış olan bir sayı dizisinin doğal oranıdır. Bu seri, bir önceki sayının toplamını vererek şöyle devam eder: l, 1,2, 3, 5, 8, 13, 23, 34, 55, 89, 144... (Örneğin; 1+1 = 2; 2+1 = 3; 3+2 = 5 vs.). Doğal dünyada, bu seri diğer şeyler arasında ayçiçeğinin spiral çekirdek kalıbında görülebilir. Sayıldığında, Fibonacci serisindeki sayıları vererek devam edecektir.

Altın anlam veya phi (Ø), Fibonacci serisindeki bir sayının kendisinden önceki sayıya bölünmesinden elde edilir. Seride giderek yükseldiğinizde, bu phiye giderek artan bir doğruluk verecektir. Örneğin; 144/89 = 1.6179775... Bu da pi sayısı gibi görünür bir tekrarı olmadan sonsuzluğa uzanan ondalık rakamlar çıkaracaktır. Ancak, phi genellikle 1.618 olarak kabul edilir. Bu oranı geometrik olarak uygulamanın en temel yolu, ikiye bir dörtgen olarak kullanmaktır.

Pi sayısı, bir dairenin farklı özelliklerini hesaplamak için kullanılır. Antik Mısır'da bu rakam 7/22 olarak ifade edilirdi. Günümüzde dört haneli ondalık sayı kullanıldığında 3.1416 olarak kabul edilmektedir.

Büyük Piramit, hem phi hem de pi sayısını barındırmaktadır. İlk olarak, piramitin dört kenarının uzunluğunun toplamı, yarıçapı yüksekliğine eşit olan bir dairenin çevresine denk gelmektedir. Bu, taban kenarın 7:11 oranıyla gösterilebilir. Bir dairenin çevresini hesaplama formülü 2?r dir. Burada yarıçap (r) 7 birimdir ve ?'yi 7/22 olarak alıyoruz.

2 x (22/7) x 7 = 44 birim.
Her bir kenar 11 birimse, dört kenarın toplamı şöyle olacaktır:
11 -f- 11 -f- 11 + 11 = 11 x4
Yani yine 44 birim.

Altın anlam oranı, phi, piramitin taban uzunluğuyla eğik kenarı arasındaki orantıda bulunabilir. Pisagor teoremine göre, hipotenüsün (burada eğik kenar) karesi, dik kenarların toplamına eşittir; diğer bir deyişle, yükseklik ve tabanın yarısına. Hipotenüsün ya da eğimin uzunluğu Buradaki formülün kare işaretiyle yazılması gerekiyor. 5.5 ve 8.9022 sayılarını 10 ile çarparsak, 55 ve 89.022 sayılarını buluruz. Ondalık kısımlarını da atarsak, Fibonacci serisindeki iki ardışık sayıyı elde ederiz: 55 ve 89. Bu durumda da taban uzunluğunun yarısı ve eğim, altın anlam oranına uygundur.

Elbette ki bu bağlantılar antik Mısırlılar'ın gözünden tamamen kaçmış olabilir. Büyük Piramit'in 7:11 oranı tamamen farklı nedenlerden dolayı seçilmiş olabilir. Ama piramidin tasarımındaki düzenlilik ve kesinlik, mimarların inşa ettikleri şeylerde bu oranlara önem verdiklerini göstermektedir.

İç Odalar

Büyük Piramit'i eşsiz kılan şey, piramidin kendi gövdesi içinde yeralan iç odalardır. Diğer piramitlerin çoğunda prensip olarak önce daireler yeraltına ya da zemin seviyesine yapılmış ve piramitler bunların üzerine inşa edilmiştir. Sadece Dahshur'daki Kuzey Piramidi'nde zemin seviyesinin üzerinde daireler bulunmaktadır. Ama bunda da, piramidin gövdesi içinde yer alan, zemin seviyesindeki diğer dairelerinden birinden küçük bir koridorla ulaşılan küçük bir odacıktır.

Büyük Piramit'in bir yeraltı dairesi bulunmasına karşın, ana odaları ve galerileri piramidin kendi gövdesi içindedir. Bu odaların konumu ve diğer mimari özellikleri, havalandırma kanalları olduğu düşünülen koridorlar gibi, Büyük Piramit'in firavunun mezarı olmaktan öte bir fonksiyonu olduğu söylentilerinin çıkmasına neden olmuştur. Marlborough Downs'da yaptığım araştırmalara göre, bu özelliklerin bu şekilde konumlandırılmasının aynı zamanda geometrik nedenleri de vardır.

Ama Büyük Piramit ile Marlborough Downs'da bulduğum şekiller arasındaki bağlantılara geçmeden önce, Gize platosıındaki diğer iki piramidin dairelerle ilgili araştırmamda bana yardımcı olup olamayacağını anlamak zorundaydım.

Kefren Piramidi'nin Ölçüleri

Kefren Piramidi, grubun ortasında yer alan piramittir ve birçok yönden komşularından geri kalmaktadır. Büyük Piramit'in güneybatısında bulunur ve orijinal yüksekliği 143.51 metredir. Temeldeki kenar uzunlukları ortalama olarak 215.26 metredir. Büyük Piramit gibi, pusulanın temel yönlerine oturtulmuştur ama aynı tutarlılığı göstermemekte ve maksimum 6 dakikalık bir sapma yapmaktadır. Taş işçiliği de Büyük Piramit'in yanında zayıf kalmaktadır. Ancak, yine de etkileyici bir yapıdır. Biraz yüksek bir yerde inşa edildiği için, daha gösterişli komşularına denk gibi görünmektedir.

53.13 derecelik eğim açısıyla, aynı yükseklik oranına sadık kalınarak yapıldığı bellidir; bunun oranı 2:3'dür. Bu oran, Pisagor'un ünlü 3:4:5 üçgenine uymaktadır. Bazı otoriteler antik Mısırlılar'ın 3:4:5 dik açılı üçgeni bilmediklerini, bunun hiçbir matematik metininde görünmediğini söylemektedirler. Öyle ya da böyle, Kefren Piramidi'nde bu görülmektedir.

Ayrıca, Keops ve Kefren piramitleri arasında sayısal bir oran da vardır. Temeldeki ortalama kenar uzunluklarını birbirine böldüğümüzde (230.36 - 215.72 = 1.068), yaklaşık 16:15 oranını yakalarız. Bu, Giza platosundaki piramitlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tutarlı bir plana dayanarak yapıldıklarını gösterir. Bütün piramitlerin girişi kuzeye bakmaktadır. Kefren Piramidi'nde ise iki koridor vardır. Biri kazılar sonucunda bulunmuştur; diğeri ise onun yaklaşık 15 metreyle tam üzerinde, piramidin yan tarafında yer almaktadır. Üst koridor 26 dereceyle aşağı inmekte, 14.173 metreye 5.029 metrelik bir odada son bulmaktadır.
1 | 2 | 3 | 4

MISIR PİRAMİTLERİ - 1

1 yorum :
Giza kompleksi, spiritüel bir temayı betimlemek için ortaya konmuş tutarlı bir tasarımdı. Oniki yaşımdayken bana antik Mısır hakkında bir tarih kitabı verildiğinden beri, bu sıradışı uygarlığa karşı güçlü bir hayranlık duymuş, Mısır'ı defalarca ziyaret etmiştim. Birçok kez, Giza platosunda yükselen piramitleri oluşturan üç büyük taş dağa hayranlıkla bakmıştım. Ayrıca Yukarı Mısır'daki muhteşem tapınakları ziyaret etme şansını da yakalamıştım. Bazen bu yerleri incelemek için grupları getirdiğimde, birçok kişi gerçekdışı gibi görünen ama yine de insanın ruhunun derinliklerine dokunan bir şeyle bağlantı kurduklarını hissetmişlerdi.

Piramit Metinleri ve Ölülerin Kitabı gibi birçok dini metin sayesinde, Mısırlılar'ın büyü güçlerine inandıklarını, fiziksel dünyanın ötesindeki güçleri anlayarak kullanabildiklerini biliyoruz. Ankh gibi amblemler, Skarab gibi tılsımlar ve büyülü duaları okumak gibi yöntemleri kullanmak, uygarlıklarının bir parçasıydı. Gömülü mezarlarında geniş bir ifade gücü buluyorlardı. Bu yerlerde hissettiklerimden dolayı eminim ki, tanrı ve tanrıçalarıyla zinhinsel bir aktivitenin ötesinde bağlantıları vardı. Tanrılarının varlığı doğrudan hissedilebiliyor ve deneyimlenebiliyordu. Bana göre bu gizli boyut, tıpkı antik anıtları gibi Mısırlılar'ın bir parçasıydı.

Ancak Mısırlılar söz konusu olduğunda birçok kişinin aklına ilk anda piramitler ve özellikle de en ünlüleri olan Büyük Keops Piramidi gelmektedir. M.Ö. 2500 yıllarında, 3000 yıldan uzun süren bu muhteşem uygarlığın ilk günlerinde inşa edilen bu piramit, bir şekilde Marlborough Downs ile bağlantılıydı. Antik İngiltere ile bağlantısını bulmak umuduyJa geometrisini, köklerini de diğer piramitlerle bağlantılarını incelemek zorundaydım.

Keops Piramidi - Büyük Piramit

Keops Piramidi ya da diğer adıyla Büyük Piramit, Giza Platosu'ndaki diğer sekiz piramidin arasında yaklaşık 30'uncu enlemde N il Nehri'nin deltası üzerinde bulunmaktadır. Mısırlılar'ın mimari başarısında yüksek bir noktayı göstermektedir. Ancak nasıl inşa edildiği ya da hangi firavunun inşa ettirdiği hakkında fazla bilgi yoktur.

Antik Mısırlılar, kendi zamanlarındaki uygarlıklar içinde en geniş kayıtları tutuyorlardı. Ancak Giza'daki piramitler tuhaf sessizliklerini korumaktadırlar. Ne koridorlarını dolduran hiyeroglifler, ne de herhangi bir kayıt, nasıl inşa edildiğine dair bilgi vermektedir. Elimizdeki en eski bilgi, Yunanlı tarihçi Herodotus tarafından verilmiştir. Bu metin, Büyük Piramit tamamlandıktan yaklaşık 2000 yıl sonra M.Ö. Dördüncü yüzyılda yazılmıştır. Söylediğine göre Firavun Keops için inşa edilen bu piramit, 100,000 insanın yirmi yıllık emeği sonucunda ortaya konmuştur.

Herodotus'un kaynakları, bilgilerini uzun zamanlar boyunca kuşaktan kuşağa aktarmış olan Mısırlı rahiplerdi. Keops, M.Ö. 2613'de başlayıp M.Ö. 2465 yılında son bulan 4. Hanedan'ın krallarından biriydi. Büyük Piramit'in yapımının yaklaşık M.Ö. 2494 yıllarında tamamlandığı sanılmaktadır. Robert Bauval ve Adrian Gilbert, The Orion Mysteıy (Orion Gizemi) adlı kitaplarında bunu M.Ö. 2450 olarak vermektedirler. Kral'ın Mezar Odası'nın kuzey ekseni, Draconis yıldızına bakmaktadır. Bauval'a göre, bu piramidin yapım tarihini göstermektedir.

Keops'a ait fazla bilgi yoktur. Bu krala ait sadece 7.6 cm. boyunda fıldişinden yapılmış bir heykel bulunmuştur. Herodotus, onun insanlarını anıtı tamamlamak için inanılmaz baskılarla çalışmaya zorlayan bir tiran olduğundan bahseder. Kendi kızı bile yapının tamamlanması için para kazanmak üzere fahişe olarak çalışarak kendini feda etmek zorunda kalmıştır. Ama bütün bunlar saf bir tarihçiyi kandırmak için düzenbaz bir rahip tarafından uydurulmuş masallar da olabilir.

Giza Grubu

Birçok defa Giza Platosu'nda yürüdüm ve antik Mısır krallarının bu ürünlerine hayran kaldım. Ama Büyük Piramit'in dibinde durup dev kireçtaşı bloklarına baktığımda bile, büyüklüğüne inanmak zordu. 1987'de, Mısırlı bir rehber ve Mısırbilimci olan Ahmed Fayed ile tanıştım ve yakın arkadaş olduk. Giza Platosu'nda uzun yıllardır çalışan bir arkeoloji grubundan geliyor ve şu anda tam Sfenks'in önünde bulunan üç katlı ve düz çatılı bir evde yaşıyor. Piramitlere o noktadan bakıldığında, dev boyutları daha da açık hale geliyor. Hiç şüphesiz ki, yüksek beceri ve yaratıcılık gerektiren muhteşem yapılar.

Ahmed Fayed'in evinden bakıldığında, üç ana piramit ufuk çizgisi üzerine dizilmiş gibi görünmektedir. Büyük Piramit'in yanında ve grubun ortasında biraz daha küçük olanı bulunmaktadır. Bu, Herodotus'a bakılırsa Keops'un kardeşi olan Kefren için yapılmıştır. Daha yüksek bir yere yapıldığından, yüksekliği diğeriyle aynı gibi görünmektedir. Menkaure için yapıldığı söylenen üçüncüsü ise, Kefren Piramidi'nin çeyreği kadardır. Yine de önemli bir yapıdır ve tamamlandığı zaman yüksekliği 65.22 metreyi (214 fit) bulmaktaydı. "Bütün insanlar zamandan korkar ama zaman da piramitlerden korkar" sözüne karşın, bu anıtlar son 2000 yıl içinde pek iyi konulmamışlardır. Keops ve Kefren, zamanında pürüzsüz beyaz Tura kireçtaşıyla kaplıydı. Menkaure Piramidi'nin yalnızca üst kısmı kireçtaşıyla kaplıydı, alt kısımları ise kırmızı granitle kaplanmıştı.

Bu kaplamaların büyük kısmı, Kahire'deki camilerini inşa etmek için kullanmak üzere Araplar tarafından alınmıştır. Sadece Büyük Piramit'in kuzey yüzündeki küçük bir bölüm ve Kefren Piramidi'nin bazı üst bölümleri kalmıştır; bunlar bile ilk tamamlandıklarında ne kadar muhteşem göründüklerini belli etmektedir. Son birkaç yüzyıl içinde dinamit kullanarak yapılan bazı kazı çalışmaları, Menkaure Piramidi'nin üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu kazıların nedeni, antik hazineleri bulmaktı. Ama gerek arkeologlar, gerekse hazine avcıları hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu piramitlerin içinde kaydadeğer bir şeye rastlanmamıştır.

Bu, bir sorunu ortaya çıkarmaktadır. Geleneksel bilgilere göre, piramitler ölü kralların mezarı olarak dikilmiştir. Piramitlerin üçünde de granit lahitlerin bulunduğu doğrudur ama gömüye ait hiçbir kanıta rastlanmamıştır. Sakinleri yerleştirildikten sonra piramitlerin yağmalandığından şüphelenilmektedir. Ama bu yönde de hiçbir kanıta raslanmamıştır.

Caliph Al-Ma'mum ve adamları M.S. Dokuzuncu yüzyılda Büyük Piramit'in içine ilk kez girmeyi başardıklarında hiçbir şey bulamadılar. İçeri ulaşmak için, tesadüfen keşfettikleri muazzam kalınlıktaki üç granit tabakasını deldiklerinde, piramit yapıldığından beri bunlara hiç dokunulmadığı belliydi.

Daha sonra Araplar'ın Kral'ın Mezar Odası ve Kraliçe'nin Mezar Odası dedikleri üstteki iki odaya çıkan başka bir yol keşfedildi. Bu, alttaki koridordan Büyük Galeri'ye çıkan bir kanaldı. Mısır-bilimciler, bunun mumyalanmış firavunla birlikte gömülmüş hazinelerin çıkış yolu olduğunu düşündüler. Ama yaklaşık 50 metre derine inen bu kanal kıvrımlarla doluydu ve en geniş yerinde çapı sadece 0.9 metreydi. Fakat daha küçük bir firavun olan Tutankamon'un hazinesi gözönüne alınarak Keops'un hazinesi düşünüldüğünde, böyle kıvrımlı ve zorlayıcı bir yoldan o kadar hazine parçasının çıkarılmasının imkansız olduğu görülmektedir.

Varılan tek sonuç, kralın ve kraliçenin asla piramidin içine konmadığı oldu. Peki böylesine bir anıtı yapmak, o odaları yaratmak için harcanan o kadar çaba, inşaat tamamlandıktan sonra yapıyı boş bırakmak için miydi?

Stellar Hattı

Bauval ve Gilbert, 1994'de yayınlanan The Orion Mystery (Orion Gizemi) adlı kitaplarında, Giza'daki piramitlerin Orion takımyıldızındaki üç yıldızı temsil etmek için inşa edildiklerini söylemişlerdir. Bu, üç piramidin konumlarını birleştiren büyüleyici bir teoridir.

Antik Mısırlılar, tanrı Osiris'i simgelediğine inandıkları ve adına Sahu denen bu yıldız kalıbına büyük önem vermişlerdir. Ancak en önemli yıldızları Orion kuşağıyla aynı doğrultuda olan ve tanrıça İsis ile bağlantılı Sirius veya diğer adıyla Sothis idi.

1993 yılında, izoterik çalışmalarla ve terapilerle ilgilenen küçük bir grupla birlikte piramitleri ziyaret etme fırsatını yakaladım. Özel terapi ve adanma ayinleri akşamlarında özel grupların Büyük Piramit'i kiralamaları mümkündür. O dingin iç salonlarda kafadar bir grupla birlikte bulunma fırsatı, paha biçilemezdir. Yoğun bir günde piramit turistlerle dolu olabilir ve bu da havayı ısıtıp ağırlaştırır.

İnsanların Kral'ın Mezar Odası'nı dolduran konuşma sesleri ve sürekli yürüyüş gürültüleri, herhangi bir atmosfer duygusunu hemen bozar. Turistlere kapalıyken ziyaret etmek, tamamen farklı bır deneyimdir; özellikle de o yeri kutsal ve ürkütücü gören bir grupla birlikteyken.

Büyük Piramit'in içindeki dairelerde bulunan güç duygusu, bazen çok belirgin bir şekilde algılanabilir ve o dar yerde varolan güçlü gizemin hepimiz farkındaydık. Küçük içsel adanma ayinimizi ve dünya barışı için duamızı bitirdikten sonra, dışarı çıkmak için Büyük Galeri'ye doğru indik. Dışarı çıktığımızda piramitin üzerinde bulutlu bir gece vardı. Dev gövdesine bakarken, birisi "Sirius nerede?" diye sordu.

Gökyüzüne boşuna bakarak bulutlu siyah gökyüzünde bir yıldız parıltısı aradık. Sonra bir an için, kuşağının eğimi piramidin düz tepesine bakan Orion'u gördük. Bulutlar kapandı ama gökyüzünün tekrar açılmasını umarak bekledik. Sonunda, dualarımıza bir cevap gelmişçesine bulutlar dağıldı ve siyah kadife gecede piramidin üçgeninin tam tepesinden bakan Sirius ortaya çıktı.

Yılda bir kez Sirius'un Büyük Piramit'in tam tepesine dikildiği gecede, tam doğru noktada duruyorduk. Hepimizin yüreğine dokunan öyle bir anı yaşadığımız için hepimiz şaşkınlıktan taş kesmiş haldeydik. Tam o anda, aynı platonun farklı yıldız ve yıldız gruplarının açılarını ya da eğimlerini hesaplamak için astronomik bir bilgisayar olarak kullanıldığını anladım. Her iki nedenden dolayı, Giza Platosu'ndaki Mena House Hotel'e dönerken bu yolculuğumuza büyük keyif katmıştı. O andan sonra, Sirius ve Orion takımyıldızının piramitlerin gizemiyle bir şekilde bağlantılı olduğundan asla şüphe etmedim. Ancak Bauval ve Gilbert'ın Giza piramitlerinin Orion kuşağındaki yıldızların konumlarını yansıtmak için yapıldığı teorisinden ayrı bir yola girdim. Teorilerinin bu gizemli piramitlerin konumlarının nedenlerinden birini ortaya koyduğuna şüphem yoktu ama Marlborough Downs'daki geometrik şekiller, Giza grubuna bir bütün olarak bakılmasının birden fazla yolu olduğunu gösteriyordu.

Tanrılar ve Tanrıçalar

Antik Mısırlılar'ın dinlerinde üçlemelere özel bir önem verdiklerini biliyoruz; bir tanrı, eşi ve oğullan. Bu "üçleme", Hıristiyan inancındaki baba, oğul ve kutsal ruh kavramlarının kesinlikle temelidir. Piramit çağında, Mısır'ın dini merkezi Heliopolis idi, yani bugünkü Kahire. Oradaki rahipler üç temel tanrıya inanırlardı: Osiris, İsis ve oğulları Horus. Bu üç tanrı etrafında dönen mitler, yaklaşık 3000 yıl hüküm süren Mısır inanç sisteminin merkez noktasıydı. Bu, tekrar gözatmaya değer bir hikayedir.

İsis ve Osiris Miti

Zamanın başlangıcından önce, mutlak yaratıcı tanrı Ra-Atum, kaos suları Nun'dan doğmuştu. Bundan sonra tanrı Shu (rüzgar) ve tanrıça Tefnut (su) yaratılarak iki çocukları olan erkek toprak Geb ve dişi hava Nut'u doğurdular. Onların birleşiminden Osiris, İsis, Seth ve Nepthys adlı dört tanrı ile birlikte Dünya'daki bütün canlılar ortaya çıktı. Tanrıların en büyüğü olan Osiris kral oldu. Eşi ve kızkardeşi İsis ile birlikte Mısır'ı yöneten bilge ve cömert bir kraldı. İnsanlarına uygarlığı ve tarımı getirerek herkesin refah içinde yaşamasını sağladı.

Osiris, bu bilgilerin tüm insanlığa aktarılması gerektiğine karar vererek harekete geçti. Onun yokluğunda kardeşi Seth yönetime geçti. Seth güçten hoşlandı ve ağabeyi geri döndüğünde krallıktan vazgeçmemeye karar verdi. Seth, Osiris'in Mısır'a döndüğünü duyduğunda, ağabeyini öldürmeye çalıştı. Tam Osiris'e uygun bir lahiti vardı. Osiris'in onuruna verilen muhteşem bir ziyafette, Seth lahiti ortaya çıkardı ve ona tam olarak uyan kişiye vereceğini söyledi. Saray mensupları tek tek denediler ama hiçbirine uymadı. Ardından tabuta girme sırası Osiris'e geldi. Seth hemen kapağı kapadı ve lahiti Nil'e attı. İsis çok üzüldü ve kocasının cesedini aramaya başladı. Buldu ama onu hayata geri döndüremeden Seth çifti yakaladı. Osiris'in bedenini ondört parçaya bölerek Mısır'a savurdu.

İsis, büyü güçlerini kullanarak kocasının parçalarını aradı. Bir Nil yengeci tarafından yenmiş penisi dışında hepsini buldu. Hepsini birleştirerek kocasının cesedine tekrar yaşam üfledi. Ardından yeni bir penis yaparak kendisini hamile bıraktı ve kısa süre sonra Horus adındaki oğullarını doğurdu. Dünya'yı yönetmekten sıkılmış olan Osiris, Seth'e karşı savaşmak üzere şahin başlı oğlu Horus'u bırakarak ruhsal aleme geri döndü.
1 | 2 | 3 | 4

MISIR PİRAMİTLERİ - 3

1 yorum :
Piramidin batı tarafında, morg tapınağından vadi tapınağına inen bir geçit bulunmaktadır; bu geçidin sütun ve duvarları hâlâ ayaktadır. Bu Vadi Tapınağı'nın yakınında ünlü Sfenks bulunmaktadır; yüzünün Kefren'i temsil ettiği söylenmektedir. Ama yüz orantılarına bakıldığında, Sfenks'in başka bir firavunu daha model aldığı söylenebilir. Gerçekten de, bu anıtın dikim tarihi hakkında büyük çelişkiler vardır.

Bazı otoriteler Sfenks'in M.Ö. 5000 yıllarında yapıldığını söylemektedirler. Çevredeki kayalara bakıldığında, rüzgarın kumları çarparak yapabileceğinden çok, yağmurla oluşmuş bir aşınma görülmektedir. Bu durumda Mısır'da çok daha fazla yağmurun yağdığı zamanlarda yapıldığı düşünülmektedir.

Mısır'ın şu anki iklimi M.Ö. 3100 yıllarında oluşmuştur. Bundan önce, bütün Sahra bölgesinde Mısır da dahil olmak üzere, hava daha nemliydi. Aşınma biçimleri, Sfenks'in bu daha önceki nemli iklim döneminde yapıldığını göstermektedir. Üç piramidin dış yüzeyindeki durum, böyle bir nemli iklim aşınması göstermemektedir. Bu durumda piramitlerin daha sonraki tarihlerde, M.Ö. 2500 yıllarında yapıldığı düşüncesini güçlendirmektedir. Bu yüzden, önce Sfenks yapıldıysa, piramitlerden çok daha önce kullanılan bir gözlem aracı olduğu sonucu da ortaya çıkmaktadır.

Menkar Piramidi'nin Ölçüleri

Üç önemli piramidin en küçüğü, diğer ikisinin güneybatısında kalmaktadır ve Kefren piramidinin tam olarak dörtte biri kadardır. Orijinalinde 66.4 metreye çıkmaktadır ve temelde kenar uzunluğu ortalama 108.66 metre iken eğim açısı 50.71 derecedir. Burada da yine bir temel oranla, 11:18 ile karşılaşmaktayız. İki komşusunun yanında çok daha az etkileyici olmasına karşın, Menkar Piramidi'nin bir dizi eşsiz özelliği bulunmaktadır. Üst kısımları Tura kireçtaşıyla kaplıyken, alttaki 16 sırası 800 kilometre güneyindeki Asvan'dan gelen kırmızı granitle kaplıdır. Bu sıraların kaplanmamış olması, bir şüphe de olsa, piramidin inşaatının yarım kalmış olduğunu göstermektedir.

Kefren Piramidi'nde olduğu gibi ana oda yapının altında kalmaktadır. Ama oda granitle kaplı duvarlarıyla, zeminiyle ve tavanıyla Büyük Piramit'in tasarım özelliklerini taşımaktadır. Graham Hancock, Fingerprints of the Gods (Tanrıların Parmak İzleri) adlı kitabında Menkar Piramidi ile ilgili bazı gizemli noktaları ortaya koymaktadır.

3.657 metreye (12 fit) 2.438 metre (8 fit) ölçülerindeki odasının tavanı, mükemmel bir biçimde fıçı kemer şekline getirilmiş ve her biri tonlarca ağırlığındaki 18 adet dev granit bloğundan oluşmaktadır. Bu bloklar, üçgen bir tavan yaratmak için ustalıkla yerleştirilmiştir. Ancak, burası yeraltında olduğu ve zemin de sert kayalardan oluştuğu için, bu blokların küçük dairenin içinin daralmasına neden olmuştur. Bu oda, bir seferde sadece birkaç kişiyi alabilecek büyüklüktedir. Bu dev blokları o küçücük yerden nasıl geçirmeyi ve kaldırmayı başardıkları ise, başlı başına bir gizemdir.

Bu ve diğer kanıtlar. Mısır bilimcilerinin antik Mısırlılar'ın böyle taş kütlelerini taşımak ve kaldırmak için zamanımıza gelememiş olan bazı mekanik yöntemleri olduğuna inandırmıştır.

Sayı Sembolizmi

Hem piramitleri hem de ölü tapınaklarını inceleyerek Giza Platosu'nda dolaştığım her seferinde, bu anıtların tasarımlarının dayandığı belli sayılar karşısında daima şaşırmışımdır. Menkar Piramidi'ndeki durumda, iç dairenin tavanını biçimlendirmek için 18 adet taş bloğunun yerleştirilmiş olması, 11:18 oranının piramidin içinde de bilinçli olarak kullanılmış olduğunu düşündürmektedir.

Bu iç daireye iki ayrı odacıktan uzanan bir aşağı eğimli koridordan ulaşılmaktadır. Bu odacıklardan ilkinin duvarlarında her birinde 11 adet olmak üzere toplam 22 adet dikdörtgen niş bulunmaktadır. Bu, piramidin oranıyla ilgili diğer sayıyı vermektedir.

11 sayısının önemi, 18. Hanedanlık'dan Kraliçe Hatshepsut için yapılmış olan ölü tapınağında da görülmektedir; ki, bu yapı, piramitlerden bin yıl sonra M.Ö. 1450 yıllarında inşa edilmiştir. Nil Nehri'nin batı kısıyında, Luksor'un karşısında kalan Deir El Bahari'deki bu tapınak, üst seviyesine çıkan eğimli bir köprüyle birlikte üç şerit biçiminde yükselmektedir. Her şeritte, köprünün iki yanında her biri 11 adet olmak ü/ere 22, uç şeritte toplam olarak 66 adet kolon bulunmaktadır. Peki ama, 11 sayısında bu kadar özel olan nedir?

Antik Mısır'dan Pisagor aracılığıyla günümüze uzanan bilgilere göre, 7 sayısı ruhsallığı ve mistisizmi sembolize ederken, 11 de daha derin gizemleri yansıtmaktadır.

Büyük Piramit'in içinde, Kral'ın Mezar Odası'na ünlü Büyük Galeri yoluyla ulaşılmaktadır. Burada da binanın içinde açık bir sayısal tasarım göze çarpmaktadır. Büyük Galeri'nin duvarlarında tavandan yere kadar 7 basamak görülmektedir. Özel bir anlam taşımıyorsa, böyle bir tasarım özelliği neden izlenmiş olabilir? Yine Büyük Piramit'in oranı, 7:11'dir.

Kefren'in ölü tapınağının zemininin altında keşfedilen başka bir şey de, firavunun güç ve görkemini gösteren ünlü heykelidir. Bu tapınağın içinde, yine her iki yanda 11 adet olmak üzere toplam 22 adet heykel bulunmaktadır. 11 sayısının -ve diğerlerinin- sürekli olarak tekrarlanması, sayıların antik Mısırlılar'da önemli bir yeri olduğunu açıkça göstermektedir.

Piramitler hakkında önde gelen otoritelerden Dr. I. E. S. Edwards, The Pyramids of Egypt (Mısır Piramitleri) adlı kitabında şöyle demektedir: Girişin iki yanında, kralın büstlerinin konabileceği nişler bulunmaktadır. Diğer tapınaklarda olduğu gibi beş tane olan bu büstlerin özelliği, hepsinde kralın ve çevresinden beş kişinin isimlerini barındırmasıdır. Ancak, bu sayı, kralı beş farklı kült sembolüyle bağdaştırmak için de kullanılmış olabilir.

Bu aktarım, başka bir sayı hakkında olmasına karşın, yine antik Mısırlılar'ın sayılara verdiği önemi vurgulamaktadır. Verilen örneklerde, heykellerdeki, nişlerdeki, kolonlardaki veya diğer şeylerdeki sayılar, herkes için açıktır ve sayılabilir. Ama bir piramidin oranları gizlidir ve kolayca ulaşılmaz. Bu piramitler yapıldıktan sonra, oranları bilen ve bir yapıyı ölçebilecek beceriye
sahip kişiler tarafından yeniden keşfedilmesi gereklidir.

Giza Platosu'ndaki üç ana piramidin oranlarını tekrar vurgulamakta yarar vardır. Bunların yapıların ölçülerinde kullanıldığını unutmayın. Temelden tepeye uzunluklar ve eğim açıları şu şekilde gösterilebilir:
Kefren Piramidi için 2:3 değil, 4:6 oranını gösterdim, çünkü öncekinde 3:4:5 üçgen vurgulanmaktadır. 5 sayısı, piramidin eğim açısının uzunluğunda gizlidir.

Matematik ve Firavunlar

Bu oranlara, antik Mısırlılar'ın bu sistemi bilinçli olarak kullandıklarını keşfetmemden çok önce ulaşmıştım. Mısır bilimciler, bulunmuş olan birkaç matematik papirüsü sayesinde antik Mısırlılar'ın hesaplama ve ölçümleme sistemleri hakkında bazı şeyler bilmektedirler. Bunlar, o zaman ortaya çıkan bazı sorunların nasıl çözüldüklerini göstermektedir.

En ünlülerinden biri, bugün British Museum'da sergilenen Rhind Matematik Papirüsü'dür. Bu sorunlara gelirsek, Mısır bilimcileri antik Mısırlılar'ın ağırlık, ölçü ve hacim hesaplamalarından ortaya çıkan farklı miktarlarla nasıl baş ettiklerini keşfetmişlerdir. Bunlar aynı zamanda açıları nasıl ayarladıklarını da göstermektedir.

Bugünün modern dünyasında bir açıyı ölçmek için bir daireyi 360 dereceye tamamlayan iletkiler kullanmaktayız. Her derece 60 dakikaya ve her dakika da 60 saniyeye bölünmüştür. Antik Mısırlılar ise, açıları hesaplamak için oldukça farklı bir yöntem kullanıyorlardı. Bu, dik açılı bir üçgenin uzun kenar oranı üzerine dayanıyordu. Sonuç olarak her türlü açıyı eğim olarak hesaplayabiliyorlardı. Benzer bir sistem, otoyollarda tepe eğimini gösteren eski tip tabelalarda görülebilir. Bunlar bir tepenin eğimini l :6 gibi sayısal oranlarla gösterirlerdi. Bunun anlamı, ufuk çizgisinden dikeye doğru açının altı eşit parçaya bölünmüş olduğudur. Aynı şekilde antik Mısır'da da bir eğimin açısı seked olarak bilinen tam bir oran sayısıyla ifade edilirdi. Anlaşıldığı gibi, bu teknikler Marlborough Downs'daki antik İngilizler'de de gözlem yapmak için hayati önem taşımaktadır.

Antik Mısırlılar'ın kullandığı yöntemi anladığımızda, Büyük Piramit'detci 51 derece-51 dakika gibi "garip" eğim açılarının oluştuğu da ortaya çıkmaktadır. Bu, piramidin yüksekliği ve tabanı arasındaki sayısal orandan kaynaklanmaktadır. Bu da Büyük Piramit'de 7:11'dir. Bu, piramitler hakkında okuduğum hiçbir kitapta bulamadığım basit bir gerçektir ve bütün piramitler için geçerlidir. Piramitlerin sayısal anahtarı, tabanlarının yüksekliklerine olan orantısında yatmaktadır.

Pratik açıdan -ki, antik Mısırlılar kesinlikle pratik insanlardı- bu yöntem, piramit yapılırken doğru eğim açısının korunup korunmadığını sürekli olarak kontrol etmek için en kolay yoldu. Ama burada cevaplanması gereken soru, Giza Platosu'ndaki piramitlerde antik Mısırlılar'ın neden farklı eğim açıları kullandıklarıdır. Farklı oranlar neden önemliydi? Formül oluşturulduktan sonra diğer hepsinin Büyük Piramit'le aynı oranla yapılması daha pratik ve kolay olmaz mıydı?

1 | 2 | 3 | 4

MISIR PİRAMİTLERİ - 4

Hiç yorum yok :
Mısır bilimciler, bizi firavunların her birinin kendi bireyselliklerini ifade etmek için bu yönteme başvurduklarına inandırabilir. Ama başka bir neden daha olabilir. Belki de kullandıkları oranlarda farklı sembolik bağlantılara yönelmek istiyorlardı. 7:11 oranına dayanan en azından bir piramit daha vardır. Giza'nın 160 kilometre güneyinde kalan Meidum'da bulunan bu piramit, Keops'un babası Senefru'ya adanmıştır. 5. Hanedanlık'dan Sahure'ye adanmış olan ve Abusir'de bulunan başka bir piramidin de eğim açısı 51 derece 42 dakika olarak hesaplanmıştır. Bu, Büyük Piramit'in açısının kesiridir ve aynı şekilde 7:11 oranını kullanmaktadır. Diğer birçok Mısır'da olduğu gibi Sahure Piramidi'nin de sorunu, dış yüzeyi çok fazla zarar gördüğü için doğru açının tam olarak hesaplanamamasıdır.

Kefren Piramidi'nin eğim açısı, M.Ö. 2278'den 2184'e kadar hüküm sürmüş olan 6. Hanedanlık'dan II. Pepi'ninkiyle aynıdır. Bu piramit şu anda kalıntı halindedir ama kalıntılardan eğim açısını hesaplamak mümkün olmuştur. Daha sonraki Mısır piramitlerinin yapısı, Giza Platosu'ndakilere göre daha basittir ve zaman içinde çok fazla zarar görmüşlerdir. Birçoğu şu anda moloz halindedir. Ama Kefren'deki eğim açısı (3:4:5 üçgenini temel almaktadır), Rhind Matematik Papirüsü'nde açığa kavuşmuştur. Buna göre, antik Mısırlılar'da bu oran iyi
biliniyordu.

Antik Mısırlılar'ın 3:4:5 üçgenini bilmediklerini savunan Mısır bilimcilerinin hatırına hipotenüs uzunluğu (5) hiç verilmemiştir. Ama piramitleri de içine alan matematiksel sorunlar, yüksekliğin taban uzunluğuyla orantısı olarak açının "seked"i şeklinde açıklanmıştır. 3:4:5 üçgeninde seked, 3:4 orantısıdır. Ama hipotenüsün uzunluğu hiç verilmezken, bunun nedeni Mısırlılar'ın bu uzunlukla hiç ilgilenmemiş olmalarıdır.

Büyük Piramit veya Kefren Piramidi gibi kesin ölçüm becerileri gerektiren muhteşem anıtları tasarlayabilen ve inşa edebilen insanların kullandıkları üçgenlerin hipotenüs uzunluklarıyla ilgilenmediklerine inanabilir miyiz?

Ölçümlerinde tutarlılık arayan her insan, sayı, biçim ve geometri arayışlarında her türlü uzunluk ölçülerini elbette ki hesaplayacaklardır. Bu, çalışma yöntemlerinin temelidir. O halde, üçüncü kenarın uzunluğunu gizliden gizliye bildiklerine dayanarak sadece 3:4 oranım kullanmaya devam edeceğim. Giza piramitlerinde kullanılan taban-yükseklik orantısı, antik Mısırlılar tarafından kesinlikle biliniyordu. Birçok matematik metninde verilen örneklerde bu açıktır. Tabii ki piramitlerde kullanılan oranların keyfi olarak seçilmiş olması da mümkündür. Ancak bu özellikler, Mısırlılar'ın sanatsal ifade biçimlerinin hepsinde ortaya çıkmakta ve sayı sembolizmine verdikleri önemi vurgulamaktadır.

Bu oranların belli dini kavramları ifade eden anlamlar taşımaları yüksek olasılıktır. Diğer bir deyişle, Giza'daki yapıların tamamı kasıtlı bir şekilde ruhsal bir konuyu ifade etmek için yapılmıştı. Bu, piramit tasarımcılarının üç piramidin her birinde neden farklı eğim açılarını seçtiklerini açıklamaktadır.

The Orion Mystery'de Bauval ve Gilbert, Giza piramitlerini Orion takımyıldızına ve özellikle Orion kuşağındaki yıldızlara bağlayan kanıtlar göstermişlerdir. Bu takımyıldız aynı zamanda İsis ve Osiris mitinde de karşımıza çıkmaktadır ve daha önce de söylediğim gibi, bu piramitler üç temel ilah grubunu temsil etmek için yapılmış da olabilir; Osiris, İsis ve Horus'u.

Sayılarla Oyunlar

Sayı sembolizmi, antik insanlar için önemliydi. Bu gelenek zamanla Pisagor'un bilgilerinde de saygın bir yere ulaşmıştır; ki bu matematikçinin bilgilerini antik Mısır'dan aldığı sanılmaktadır. Pisagor, tek sayıların eril, çift sayıların dişil özellik taşıdığını söylemektedir.

Daha önce piramitler ve üç ilah arasındaki bağlantıyı açıklamıştım; Keops Piramidi'nin Osiris'le, Kefren Piramidi'nin İsis'le ve Menkar Piramidi'nin Horus'la. Büyük Keops Piramidi'nin taban-yükseklik orantısı, 7 ve 11 (ikisi de tek sayı) rakamlarını vermektedir. Bu, erkek ilah olan Osiris'e uymaktadır. Kefren Piramidi'nin 4:6 orantısı 2:3 olarak sadeleştirilebilir ve bu da biri çift biri
tek sayı vermektedir ki, hem eril hem de dişil prensipleri ifade etmektedir. Ancak, bu sadeleştirme yapıldıysa, özgün Pisagor 3:4:5 simetrisi bozulacaktır. Kesirler yerine tam sayılar kullanmak, geleneğin temelidir. Bu yüzden Kefren Piramidi'nde oranın 4:6 olarak kalması daha mantıklıdır ve bu da dişil özellikler taşıyan 4:6 sayılarını verecektir; dişi ilah İsis.

Üçüncü piramit olan Menkar, hem eril hem de dişil olarak 11 ve 18 sayıları bulunmaktadır. Ama 18 6+6+6 olarak 666'nın diğer bir ifadesi gibi görülebilir. Menkar Piramidi'nin Osiris üçlemesindeki erkek ilah ve kötücül amcası Seth'e karşı sürekli savaşını sürdüren Horus olduğunu kabul edersek, bu St. John'un Revelation'ındaki canavarı temsil ediyor olabilir mi?

Antik Mısırlılar, firavunlarını tanrı Horus'un enkarnasyonları olarak görürlerdi ve görevi Dünya'daki görevinin karmaşayı gidererek düzen sağlamak olduğuna inanırlardı. Sembolik olarak firavun, insan doğamızın ilkel yönlerini yönetmeye ve eğitmeye çalışan ruh olarak algılanabilir.

Tanrı Seth'in sembolik rengi kırmızıdır ve Menkar Piramidi'ndeki iki tonun -üst kısımlar Tura kireçtaşı iken alt sıraların kırmızı granit kaplıdır- kullanılması Horus ile Seth arasındaki mücadeleyi simgeliyor olabilir; karmaşanın üzerindeki düzen; fiziksel bedenimiz üzerinde kontrol sağlamak için uğraşan ruhsal doğamız.

Antik Mısır, "İki Bölge" olarak bilinirdi; Yukarı ve Aşağı Mısır. Yukarı kısmı beyaz, Aşağı Mısır'ı kırmızı renk temsil ederdi. Bu iki renk arasındaki çelişki, Menkar Piramidi'nde olduğu gibi, "İki Bölge" arasındaki bağlantıyı da simgeliyor olabilir. Bu nokta, George Hart tarafından Pharaohs and Pyramids (Firavunlar ve Piramitler) adlı kitabında şöyle açıklanmıştır: Menkar'ın anıtı büyüklüğü açısından önemli olmasa da, beyaz kireçtaşı ve kırmızı granit yapısıyla çok güzel görünmektedir. Burada yine Mısır kültüründeki ikicilliğe rastlamaktayız. Bu özelliğiyle Menkar Piramidi "İki Bölge"nin Kralını çağrıştırmaktadır.

Diğer yandan Menkar Piramidi'ndeki 11 ve 18 sayısı arasındaki çelişki de, ruhtaki eril ve dişil öğelerin dengelenmesi anlamına gelebilir. Sayı geleneği, bir sayıdaki rakamların tek haneli bir sayı kalana kadar toplanmasıyla bir adım ileri gitmektedir. Bu, l ile 9 sayı arasındaki herhangi bir sayı olabilir. Örneğin; 18 sayısındaki rakamlar toplandığında 9 sayısı elde edilmektedir: l + 8 = 9. Bu sistemde bazı istisnalar vardır. Antik insanlar, tekrar eden rakamlardan oluşan sayılara önem verirlerdi (11, 22, 33, 44 vb.) ve bu sayılar özel anlamlar taşırdı. Bu yüzden, 11 (1 + 1) genel olarak 2 şeklinde toplanmazdı.

Bu kavramın modern bilimde yeri yoktur ve batıl saçmalık olarak kabul edilir. Ancak, antik Mısırlılar ölçüm ve oranlarında bu noktalara büyük önem verirlerdi. Eflatun'a göre, orantılarla uyumlu yaşamak, Mısırlılar'ın binlerce yıl varolabilmesinin öncelikli nedeniydi. Eflatun'un bilgilerinden yola çıkarak, sayıları tek rakama indirgeme yönteminin rahipler tarafından önemle uygulandığını söyleyebiliriz. Bu yüzden, eğer onların zihin yapılarını anlamak ve piramitlerin tasarımlarındaki bazı gizemleri ortaya çıkarmak istiyorsak, bu prensibi anlamak zorundayız.

Bu prensibi üç piramide uygulamak, bize aşağıdaki oranları vermektedir:
Bundan yola çıkarak (özellikle 11 ve 18),- sayı kalıplarının tasarımları açıkça etkilediğini söyleyebiliriz. Piramitlerin yapı sıralamasını da gösteren 9, 10 ve 11 (Keops, Kefren ve Menkar) toplam olarak 30 etmektedir (9 + 10 + 11) ve bu da 3 x 10 şeklinde ifade edilebilir. Sayıları alfabetik karakterlere bağlayan Yahudi sistemi Gematria'da, on sayısı İbranice "h" harfine karşılık gelmektedir.

Musevilik'de, "h" harfi Tanrı'yı simgeler ve kullanıldığı hiçbir kelimede söylenmeyerek ilahiliği ifade ettiğine inanılır (Jehovah -Yehova okunur- gibi). Bu gelenekten ve sayı sembolizminden yola çıkarak, üç piramitin ilahilikle bağlantılı olduğunu açıkça söyleyebiliriz (Farklı sayıların bu geleneksel anlamları, Ekler 2'de görülebilir).

Giza Platosu'ndaki piramitlerde bulunan oranlar, bu anıtların gizli bağlantılarına ışık tutmaktadır. Bunların antik Mısırlılar'ın mitlerinde ve dini inançlarında bulunan ebedi gerçekleri sembolize ettiği de kabul edilebilir. Bu anıtlar üç firavunun ölüm sonrası hayatları için dinlenme yerleri olmaktan ya da bireysel abartılardan, ortaçağ Avrupası'nın muhteşem katedrallerini de inşa ettiren ve genellikle içlerine gömülen Hıristiyan kralların cesetlerini barındırmaktan öte amaçlar ve anlamlar taşıyor olabilirler.

Ortaçağ kralları bu büyük kiliseler için para harcamış ve son dinlenme yerleri olarak kullanmış olabilirler ama bu asıl amaçları olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde, piramitlerin, onları inşa ettirren firavunlara adanmış olmaları da dini amaçlarını saklıyor olabilir.

Elbette ki bunların tümü sadece varsayımdır ve Ortodoks Mısır bilimcilerinin inandıklarının çok dışında kalmaktadır. Ama Bauval ve Gilbert'ın Giza yapılarını Orion takımyıldızına bağlayan çalışmalarında vurgulanan noktaları güçlendirmekte, piramitlerin önemini incelemek konusunda yeni bir bakış açısı sunmaktadır.

Ancak, sayılar bu eski kültürler için önemli bir yer tutmakla birlikte, matematik bilgilerinin birincil temeli de değildi. Eflatun, bütün ebedi gerçeklerin pusula ve düz kenarlarda bulunabileceğini söylüyordu. Diğer bir deyişle, her şeyin temelinde saf geometri yatmaktadır. Saf geometri, sadece pusula ve düz kenar kullanarak ortaya çıkarılan şekiller olarak açıklanabilir; ölçü ya da sayı kullanılmadan. Bilmecenin sıradaki anahtarı, Giza'daki yapıların geometrik temellerinde yatmaktadır. Ama Marlborough Downs'daki şekillerin önemini ve bunların Mısır'daki Büyük Piramit'le olan bağlantılarını anlamak için, önce kutsal geometri kavramını incelememiz gerekmektedir.

1 | 2 | 3 | 4